Yahudiler (İsrâiloğlulları)-2 (Fitne, fesat, münafıklık, riyakârlık, hile, entrika ve desiseler)

Mehmed Kırkıncı

En büyük hidâyet meşalesi olan Kur’ân-ı Azîmüşşân’ın nazil olmasıyla bütün insanlık âle­minde yepyeni bir devir başlamıştı. İnsanlar kalb ve ruhlarının fıtrî ihtiyacı olan Hak dine kavuşmanın huzur ve saadeti içinde idiler. Şirkten tevhide, zulmetten nura, hurafelerden hakikate, cehaletten marifete kavuşmuşlardı. Kur’an’ın hayatdar prensipleri onları her an maddî ve manevî kemalâta doğru götürüyordu. Dünün bedevî insanları, artık âleme medeniyet dersi verecek hale gelmişlerdi. Müslümanlar göz kamaştıracak bir gayret ve himmetle, bütün insanlık âlemine iman ve irfan nurlarını neşrediyorlardı. Yapılan bütün zulüm ve işkencelere, hile ve ihanetlere, oynanan bütün oyunlara rağmen, bu hidâyet nurunun altına giren insanlar, günbegün artıyor ve kuvvetleni­yorlardı. Artık İslam dini büyük bir şaşaa ile parlıyor, terakki ve teali ediyor, gönüllerde taht kura kura yayılıyordu. Nitekim, çok kısa bir zamanda İslâmiyet; Mekke, Medine, Hicaz ve civar bölgelerde mutlak hâkimiyetini kurdu ve böylece cehalet ve zulmet devri, yerini saadet ve nûr devrine bırakmıştı.

TARİH BOYUNCA NİFAK VE İHTİLÂF ÇIKARMADA DESSAS BİR MİLLET OLAN YAHUDİLER

Bu harikulade inkişaf, İslâm düşmanlarının, bil­hassa Yahudilerin haset ve kinlerini arttırdı. Tarih boyunca nifak ve ihtilâf çıkarmada ve ehl-i hakkı bölüp parçalamada maharet kesbetmiş dessas bir millet olan Yahudiler, İlâhî iradeye her devirde karşı çıkmış, kendi peygamberlerini katletmekten çekin­memişlerdir. Bunlar her çeşit ihtilâli tezgâhlayan ve bütün ifsat komitelerini sevk ve idare eden, beşerin huzur, ahlâk ve itikadını bozmayı baş gaye edinen muzır bir millettir. Münafıklık, riyakârlık, hile, entrika ve desiselerde hiçbir kavim bunlara ulaşamamıştır.

Yahudiler, İslâmiyet’in kısa zamanda gösterdiği bü­yük inkişaf karşısında dehşete kapılıyor ve beyinleri çatlayacak gibi oluyordu. Üstelik birçok Yahudi cema­atlerinin İslâm’a girişi de onları büsbütün çıldırtıyordu. Çünkü akıl ve mantığa muvafık olan İslâmiyet büyük bir hızla yayılıyor ve kalpleri teshir ediyordu. İşte Yahudiler, İslamiyet’in yayılmasına ve parlamasına mani olmak için vaktiyle, Hristiyanlara karşı tezgâhladıkları oyunun bir benzerini Müslümanlara karşı planlamaya başlıyorlardı. Bu oyunlarını sahneye koymak için de Medine’de Abdullah İbn-i Sebe adındaki münafığı sahneye çıkardılar.

Abdullah ibn-i Sebe hahambaşıydı ve büyük bir komiteciydi. Hz. Osman (R.A) zamanında Yemen’den Medine-i Münevvere’ye gelerek zahiren Müslüman olmuş ve ilk nifak ve ihtilâf “tohumlarını burada atmaya başlamış, İslâmiyet’i içinden yıkmak için büyük gayret göstermişti. Bu Yahudi, Pavlos’un Hristiyanlığa yaptığı gibi, İslâm akaidini ifsat ederek Müslümanları birer hurâfeci ve hayalperest haline getirmekti. Bütün gayretlerine rağmen, gerek Peygamber Efendimizin (s.a.v) hayatında, gerekse Hz. Ebû Bekir (r.a) ve Hz. Ömer (r.a) devirlerinde Müslümanlar arasına en ufak bir fitne dahi sokmaya muvaffak olamadılar. Hz. Osman (r.a.) devrinin sonlarına doğru ellerine bazı fırsatlar geçti ve maalesef İbn-i Sebe de bu fırsatları iyi bir şekilde değerlendirmeyi başardı.

İLK HEDEF MÜSLÜMANLAR ARASINDA İHTİ­LÂF ÇIKARMAK

İbn-i Sebe, ilk olarak Müslümanlar arasında ihti­lâf çıkarıp İslâm’ın inkişafına mani olacak; daha sonraki safhada ise İslâmî inanç ve itikada hurafeler kata­rak, onların arasına, telafisi mümkün olmayan ve belki de kıyamete kadar sürecek bir fikir ayrılığı sokacaktı. Bu iki hedefin tahakkuku için komiteler kuracak ve onlar vasıtasıyla Müslümanlar arasındaki birlik ruhunu, muhabbet, uhuvvet gibi ma­nevî rabıtaları zayıflatarak ortadan kaldırmak üzere yoğun faaliyet gösterecekti. Her bir ifsat merhalesinin arkasından hemen durum değerlendirmesi yapılacak, plânlanan hedeflerle alınan neticeler kontrol edilecek, değişen ve gelişen şartlar altında yeni hedeflerin ta­hakkuku için yeni plânlar yapılacak ve tatbik sahasına sokulacaktı.

Bu hedeflerinde başarıya ulaşmak isteyen İbn-i Sebe ve arkadaşları halkın üzerinde tesir icra edebilmek için hâlis bir Müslüman, muttakî bir mümin kılığına girme kararı aldılar. Bu safhada, İbn-i Sebe, rolünü emsalsiz bir biçimde oynamayı başardı. Sabah namazlarında herkesten önce mescide gidiyor, yatsıda herkesten sonra mescidi terk ediyordu. Çokça namaz kılıyor, ekseri günler oruç tutuyor ve daima zikirle meşgul oluyordu. Gittiği her yerde çekici ve cazip konuşmalar yapıyor ve kendisini İslâm’ın en hâlis ve sâdık bir fedaisi gibi gösteriyordu. Başta Hz. Ali ile olmak üzere sahabelerle bol bol sohbet ediyor, onlara itimad telkin ediyordu. Bir taraftan fazilet ve takvasını halka gösterirken, diğer taraftan da etrafıyla uyum temin edemeyen gayr-i memnun kimseleri buluyor ve onlarla gizliden gizliye diyalog kuruyordu. Bu tiplerin bir kısmını makam ve mevki hırsından, bir kısmını şahsî garazdan, bir diğer kısmını da soy-sop üstünlüğü damarından yakalayıp kendine bağlıyor ve onları birer problemli insan haline getiriyordu.

BİR DİZİ İFTİRA LİSTESİ

İbn-i Sebe daha sonra, faaliyetlerini Medine dışında sürdürmeye başladı. Önceden buralara göndermiş olduğu adamlarıyla temaslar kurup halkı hilâfet aleyhinde kışkırtmaya çalışıyordu.. O günkü içtimaî bünye de, maalesef, bu yıkıcı fikirlerin yayılmasına oldukça uygun bir zemin var idi. Bunlardan birisi Haşimilik – Emevilik rekabetiydi. Devlet adamlarının ekserisinin Emevîlerden olması, Haşimîler için bir huzursuzluk kaynağı ve en önemli bir tahrik unsuruydu. İstismar edilebilecek bir diğer husus da; devlet işlerinde ensârdan çok, Muhacirlerin vazife almış olmasıydı. İbn-i Sebe, bu ve benzeri bütün fırsatları değerlendirmek üzere seyahate çıktı. Önce Basra’ya giderek, daha önce yerleştirdiği komitacıları vasıtasıyla devletten memnun olmayan kişilerle te­maslar kurdu. Yaptığı faaliyetler, Vali Abdullah bin Amr’ın dikkatini çekince Küfe’ye geçti. Burada da bir kısım halkın idare aleyhinde olması, İbn-i Sebe’nin işini daha da kolaylaştırdı ve kısa zamanda komi­tacılarını gerekli biçimde organize ederek Şam yolunu tuttu. Şam’da aradığını bulamadı. Zira, devlet işleri yolundaydı ve istismar edebileceği fazla bir mevzu yoktu. Buradan Mısır’a gitti. Aradığı şartları maalesef burada fazlasıyla buldu. Çünkü, muhtelif sebeplerle devlet idarecileri aleyhinde bulunan çeşitli gruplar, bu­rada toplanmışlardı. İbn-i Sebe dağınık halde bulunan bu grupları büyük gayretler sonunda bir çatı altında toplayarak, onları Hz. Osman’a (r.a) karşı harekete hazır hale getirdi.

Bu merhaleden sonra, Hz. Osman (r.a) aleyhinde tanzim ettiği bir dizi iftira listesini diğer İslâm vilâyetlerindeki adamlarına göndererek Halife’ye karşı bir kıyım hareketi başlatmak üzere yeni ve yoğun bir fa­aliyetin içine girdi ve adamlarına şu talimatı verdi: “İşe, bütün devlet erkânını kötülemekle başlayın. Kendinizi de ’emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-mün-ker’ ile meşgul gösterin. Halkın hürmet ve muhabbe­tini kazanın.”

İbn-i Sebe, başta Basra ve Küfe olmak üzere çeşitli vilayetlere sürekli olarak idarî ve siyasî meselelerle ilgili yalan ve iftira­larla dolu mektuplar göndererek, Hz. Osman ve valilerinin halka zu­lüm ve haksızlık ettiğini ve bütün vilâyetlerin müthiş bir kargaşa içinde bulunduğu imajı veriliyordu. Maksat, Medine dışındaki diğer bölgelerin İslâmî çizgiden gittikçe uzaklaştığı, anarşinin bütün İslâm beldelerinde yaygınlık kazandığı kanaatini halka telkin etmek, ha­lifenin bu meselelere karşı lâkayt ve âciz kaldığını zihinlere yerleştirmekti.

FİTNE DURMUYORDU, DÜŞMAN GİZLİ VE SİNSİ İDİ VE ÇOK PLÂNLI ÇALIŞIYORDU

Fitne ve fesat haberleri Medine’ye ulaşınca Hz. Osman (r.a), Hz. Ali’nin de yardımıyla, durumun araştırılması için çeşitli vilâyetlere güvenilir ve itibarlı heyetler gönderdi. Bu heyetler, durumun propaganda edildiği gibi olmadığını, aksine oralarda huzur ve sükûnun hâkim olduğunu rapor­larında belirttiler. Hz. Osman (r.a), heyetlerin bu ra­porları ile de iktifa etmedi ve bütün valileri istişare için Medine’ye çağırdı. Onlarla müşaverede bulundu. Gerçekten ortada önemli bir problem yoktu. Yine de tedbir olarak valileri, halka iyi muamele etmeleri yo­lunda ikaz etti. Ancak fitne durmuyordu. Çünkü, düşman gizli ve sinsi idi ve çok plânlı çalışıyordu. Ortada, üzerine yürünülebilecek açık bir cephe de mevcut değildi. Halk, her gün biraz daha fitnenin içine itili­yordu.

İbn-i Sebe, bu çalkantılar sırasında, Şiîliğin ilk çe­kirdeği olan Sebeiyye mezhebini kurdu. Böylece, ta­sarladığı hainâne plânını gerçekleştirmede büyük bir adım atmış oluyordu. Bu mezhep, istikbâlde İslâm’ı parçalayacak fırkaların temelini teşkil edecekti. İbn-i Sebe, Mısır’da kurmuş olduğu bu mezhebine yeterince taraftar buldu ve onları Hz. Osman (r.a) aleyhine şartlandırdı. Şimdi sıra yeni bir halife adayı tespit ederek Hz. Osman’ı (r.a) katlet­meye gelmişti. Bu noktada şöyle bir plânla işe başladı:

“Hz. Osman kusurlu ve hatalı bir insandı. Onun yerine gelecek kimse de hatalı bir insan olursa problemlere çözüm getirilemez; zulmün ve haksızlığın önü alınamazdı. O halde en mühim mesele, onun yerine gelecek kişinin hatadan salim, masum bir insan olmasıydı. Bu masum insan ise, çocukluğundan heri Hz. Peygamber’in (s.a.v) murakabesi altında yetişen, Onun terbiyesiyle olgunlaşan, ilmine ve kemaline vâris olan Hz. Ali’den başkası olamazdı. Her peygamberin bir veziri olduğu gibi, Hz. Ali de Hz. Peygamber’in veziriydi. Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman, onun bu veraset hakkını gasbetmişlerdi…”

İbn-i Sebe bu dâvasını kuvvetlendirmek için, Hz. Ali’yi (r.a) eski masal kahramanları gibi gösteriyor, birtakım hurafe ve hikâyelerle onun, insanüstü bir varlık olduğunu telkin ederek etrafındaki insanları gitgide birer Hz. Ali meczubu haline getiriyordu.

İbn-i Sebe, çevresindeki insanların his ve heyecanlarını, arzu ettiği noktaya getirince Medine’yi basıp Hz. Osman’ı (r.a) öldürmeye karar verdi. İbn-i Sebe, hacca gidiyormuş gibi yaparak harekete geçirdiği adamlarını Medine yakınındaki Merve’de topladı. İlk fırsatta Medine’ye girecekler ve Hz. Osman’ı öldürmek için çareler arayacaklardı.

Katlin, Haşimîler tarafından yapıldığı intibaını vermek için de Mısırlılar Hz. Ali’nin (r.a) etrafında toplanacaklar ve güya Hz. Ali’nin (r.a) hakkını müda­faa edeceklerdi. Tâ ki, Emevîlerle Haşimîler karşı karşıya gelsinler ve böylece dahilî harpler başlasın.

İbn-i Sebe, daha önce Basra, Mısır ve Küfe gibi merkezlerdeki adamlarına Hz. Âişe, Hz. Ali, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in (r.a) imzalarıyla uydurma mektuplar göndermiş ve onlardan güya Hz. Osman’ın hilâfetten uzaklaştırılmasını istemişti. İbn-i Sebe’nin komiteci­leri bu mektuplarla birçok insanları ifsat ettiler. Böylece kuvvetlendiler ve yola çıkarak İbn-i Sebe’nin grubuna Medine yakınlarında iltihak ettiler. Bu yeni kuvvetlerle İbn-i Sebe’nin eşkıyaları üç bin civarına ulaşmış oluyordu.

Mısırlılar Hz. Ali’ye, Basralılar Hz. Talha’ya ve Kûfeliler de Hz. Zübeyr’e başvurarak: “Mektuplarınızı okuduk; Osman’ı ortadan kaldırıp ümmeti salâha çıkarmak ve sizi devletin başına getirmek istiyoruz.” dediler. Onlar da, kendileri tarafından böyle bir mektubun yazılmadığını, işin içinde bir nifak olduğunu söyleye­rek hemen memleketlerine dönmelerini tavsiye ettiler. İsyancılar bu defa Hz. Osman’ın yanına gittiler. Bunun üzerine, Hz. Osman, Hz. Ali’nin de yardımıyla, asileri ve bütün Medinelileri mescidde topladı. Herkesin şikâyetini dinledi. Onlara: “Şikâyetlerinizi nazara alacağız, hatâ telâkki ettiğiniz mes’eleleri tashihe gay­ret edeceğiz. Müsterih olun…” dedi.

Bu arada asiler, Mısır valisinin azlini istediler. Hz. Osman (r.a) “Vali olarak kimi istediklerini” sordu. Onlar da: “Ebû Bekir’in oğlu Muhammedi isteriz” diye karşılık verdiklerinde, Hz Osman teklifi kabul etti ve hemen tayin emrini Muhammed’e verdi. Neticede bütün taraf­lar mutmain olarak geri dönmeye başladılar. İbn-i Sebe, bu durumdan fazlasıyla rahatsız oldu. Geri dön­mekte olan Mısır kafilelerini tekrar Medine’ye dön­dürmek ve mütecaviz bir hale getirmek için şeytanî bir plân hazırladı. Mısır valisine hitaben, Hz. Osman (r.a) adına bir mektup yazdı: Mektuba, Hz. Osman namına sahte bir mühür basıp, fedailerinden birine vererek kafile arkasından yola çıkardı. O da devesiyle kafileye yetişerek, plân gereği şüpheli hareketlerle nazar-ı dikkati kendisine çekti. Neticede kafiledekiler bu adamdan şüphelenerek onu yakaladılar ve mektubu ele geçirdiler. Zaten onun istediği de bu idi.

Mektupta Mısır valisine hitaben, “Bu âsiler geldiği zaman elebaşlarını öldür ve gerisini de hapset.” diye emredilmişti. Bu mektubu dinleyen mütecavizler bir­den şoke oldular ve yeniden galeyana gelerek tekrar Medine’yi bastılar. Hz. Osman’ın evini muhasara altına aldılar, onun dışarıya çıkmasına ve dışardan birilerinin yiyecek ve içecek getirmesine müsaade etmediler. Günlerce aç ve susuz kalan Hz. Osman (r.a) kendi yüzünden fitne çıkmaması için şehit olmaya razı oldu. Hz. Ali, Hz. Zübeyr ve Hz. Talha’nın hâdiseyi yatıştırma gayretlerine rağmen, sonunda Hz. Osman’ın evini bastılar ve kendisini Kur’an okurken şehid ettiler.

HZ. OSMAN’IN KATİLİ YEMENLİ YAHUDİ EL-GAFİKÎ

Hz. Osman’ın katili Yemenli bir Yahudi olan el-Gafikî idi. Hz. Osman’ın şehadetiyle İbn-i Sebe, dâ­vasında büyük bir merhale katetmiş oluyordu. Artık nifak tohumları meyvelerini vermeye başlamıştı. Bu elîm hâdise Müslümanların İslâm dinini başka ülke­lere ulaştırmalarına engel oldu. İslâm’ın fütuhat ve tebliğ devri kapandı, bir duraklama ve karışıklık devri başladı.

Bu merhaleden sonra İbn-i Sebe, Haşimîlerle Emevîleri karşı karşıya getirmek için yeni bir plân hazırladı. Hz. Osman (r.a) Emevî, Hz. Ali (r.a) ise Haşimî olduğu için, Hz. Osman’ı, Hz. Ali’nin öldürdüğünü ve onun yerine geçmek istediğini etrafa gizlice yayarak Emevileri tahrik etti. İbn-i Sebe, bir taraftan Hz. Ali’ye bu çirkin iftirayı yaparken, diğer taraftan onun halife olması için açıkça gayret göste­riyor, böylece halkın bu iftiraya kanmasını sağlamaya çalışıyordu.

Bu maksatla, Mısır’dan gelen kafileden, Yahudi asıllı İbn-i Meymun riyasetinde bir hey’et seçerek Hz. Ali’nin (r.a) huzuruna gönderdi. Hey’et Hz. Ali’ye: “Malûmunuz olduğu üzere, bu ümmet başsız kalmıştır. Halifeliğe de en lâyık sizsiniz. Sizden bu vazifeyi de­ruhte etmenizi istiyoruz.” dediler. Hz. Ali (r.a) bu tek­lifi reddederek, onları evinden kovdu.

Hz. Ali’den (r.a) böyle bir cevap alınması üzerine Kûfelilerden bir hey’eti Hz. Zübeyr’e ve Basralılardan bir hey’eti de Hz. Talha’ya gönderdi. Hz. Zübeyr ve Hz. Talha da, Hz. Ali gibi bunların hilâfet tekliflerini red­dederek, huzurlarından kovdular.

İbn-i Sebe, onlardan da istediğini elde edemeyince bu defa mütecavizleri sevk ve idare eden Yahudi Gafikî’ye şu talimatı verdi: “Medinelileri mescide top­layınız ve onlara hemen kendilerine bir halife seçme­lerini söyleyiniz. Aksi takdirde hepsini kılıçla tehdit ediniz…”

Gafikî başkanlığındaki âsiler, bu emir mucibince Medinelileri mescide toplayarak onlara: “En kısa za­manda kendinize bir reis seçiniz. Şayet siz bugün bu vazifeyi yapmazsanız, Ali, Zübeyr ve Talha da dahil olmak üzere hepinizi kılıçtan geçireceğiz.” dediler.

Bu tehdidi dinleyen Medine halkı, Hz. Ali’nin (r.a) huzuruna çıkarak, ondan halifeliği kabul etmesini is­tirham ettiler. Hz. Ali de bu karışık durumu göz önünde bulundurarak vazifeyi, hiç istemediği halde, kabule mecbur oldu.

Az zaman sonra Hz. Talha ve Hz. Zübeyr (r.a) Hz. Ali’ye (r.a) giderek, ondan, kitabın hükmünü icra etmesini ve Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılmasını istediler. Hz. Ali onlara hitaben: “Haklısınız; fakat devlet henüz âsileri tam manasıyla sindirmiş değildir. Onun için devletin hâdiselere hâkim olmasını beklemek gerekir.”dedi.

Hz. Ali (r.a), suçluların tek tek belirlenerek sor­guya çekilmelerini ve gerekli cezaya çarptırılmalarını istiyordu. Hz. Âişe, Hz. Zübeyr ve Hz. Talha (r.a) ise, şu fikirdeydiler: “Fitne büyümüş, devleti hedef almış ve halife şehid edilmiştir. Mes’ele sadece Hz. Osman’ın katilinin bulunması değildir. Bu fitne hareketine katılanların çoğunun öldürülmesi gerekir. Bu sebeple, âsiler hemen cezalandırılmalıdır.” Maalesef sonunda on bin kişinin hayatına mâl olan Cemel Vak’ası mey­dana geldi, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr bu harpte şehit düştüler. İbn-i Sebe, böylece Hz. Osman’ın (r.a) katlinden sonra maksadına doğru mühim bir merhale daha kat etmiş oluyordu.

Devam edecek

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum