Nur-u iman ile bütün mevcudatı kendisine dost ve aşina bilir

Nur-u iman ile bütün mevcudatı kendisine dost ve aşina bilir

Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim

﴾ اَوْ كَصَيِّبٍ مِنَ السَّمَۤاءِ فِيهِ ظُلُمَاتٌ وَرَعْدٌ وَبَرْقٌ يَجْعَلُونَ اَصَابِعَهُمْ فِى اٰذَانِهِمْ مِنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ الْمَوْتِ وَاللهُ مُحِيطٌ بِالْكَافِرِينَ يَكَادُ الْبَرْقُ يَخْطَفُ اَبْصَارَهُمْ كُلَّمَا اَضَۤاءَ لَهُمْ مَشَوْا فِيهِ وَاِذَۤا اَظْلَمَ عَلَيْهِمْ قَامُوا وَلَوْ شٰۤاءَ اللهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْ اِنَّ اللهَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ 1 ﴿

"Yahut münafıkların meseli; semadan yağan şiddetli, fırtınalı yağmura tutulan yolcuların meseli gibidir. O yağmurun şiddetini arttıran zulmetler, gürültüler, şimşekler yağmurun içinde vardır. Şimşeklerin çakmasıyla ölmek korkusundan parmaklarını kulaklarına sokarlar. Cenâb-ı Hak, kudretiyle kâfirleri ihata etmiştir. Kâfirlerden küfürlerinin cezasından kurtulan yoktur. Çakan şiddetli şimşekler, hemen hemen gözleri kör edecek şânındandır. Onlar, şimşekler çaktığı ve etraf aydınlandığı zaman yürürler, karanlık çöktüğü vakit dururlar. Eğer Cenâb-ı Hak murad etseydi, onların kulaklarının ve gözlerinin nurlarını götürürdü. Cenâb-ı Hak herşeye kàdirdir."

Bu âyette beyan edilecek üç nokta vardır.

Birincisi: Bu âyetin mâkabliyle veçh-i irtibatı.

İkincisi: Cümleleri arasındaki cihet-i intizam.

Üçüncüsü: Cümlelerin heyetlerinde, eczalarında, kelimelerindeki nizamdır.

Evet, bu âyetin cümleleri arasındaki nizam ve irtibat, aynen saniye, dakika, saatleri sayan miller arasındaki irtibat gibidir.

Evvelâ, bu âyeti evvelki âyetle rapteden cihet:

Kur'ân-ı Kerim münafıkların vaziyetlerini tasvir için itnab ve tatvil ile, yani uzun ibareleri havi misal ve temsilleri tekrar etmiştir. Bu da münafıkların vaziyetine terettüp eden dehşet ve hayretin iki kısma ayrıldığından ileri gelmiştir. Zira, birinci temsilin hülâsasına göre, münafık olan kimse, kendisini vücut sahrâsında arkadaşlarından ayrılmış, tek başına kaldığını ve kâinat cemiyetinden tard edilmiş sahipsiz kaldığını bildiği gibi, herşeyi de mâdum bilir. Ve vahşetle ihata edilmiş, sükûn ve sükûnet içinde bütün mahlûkata ecnebî nazarıyla bakar.

Münafıkın şu bakışıyla mü'minin bakışı arasında dağlar kadar fark vardır. Zira, mü'min olan zat, nur-u iman ile bütün mevcudatı kendisine dost ve aşina bilir. Ve kâinatla, tevahhuş etmek değil, tam bir ünsiyeti ve muarefesi vardır.

İkinci temsilin hülâsasına göre: Münafık olan adam, âlemi musibetleriyle öldürücü, belâlarıyla boğucu, dehşetli hâdisâtıyla tehdit edici, şedâidiyle sıkıcı bir şekilde görür. Bütün dünyayı, envâıyla beraber kendisine adâvet etmekte ittifak ettiklerini zanneder. İşte o münafıkın bu zannına göre, âlemde ona menfaat verecek hiçbir şey yoktur. Bütün eşya ve mevcudat onun aleyhindedirler. Halbuki mü'min olan zat nur-u imanın iktizasıyla, kâinatın yaptığı tesbihleri ve tebşirleri manen işitir, ferahnâk olur.

Ve keza, Kur'ân-ı Kerimin temsil hususunda yaptığı tekrar, münafıkların iki kısma ayrılmış olduklarına işarettir. Birisi, süflî ve âmi olan tabakadır. Bu tabakanın haline uygun birinci temsildir. İkincisi, kibirli, gururlu, güya yüksek tabakadır. Buna münasip ikinci temsildir. Demek temsillerin tekrarı, kısımların taaddüdüne işarettir.

Dipnot-1: Bakara Sûresi, 2:19-20.

Bediüzzaman Said Nursi
İşârâtü'l-İ'câz