Mehmet Akif’e bir bakış

Mehmet Akif kendisine borçlu olduğumuz ve saygı duymamız gereken bir Osmanlı Türk aydınıdır. Babası Fatih Cami’nin dersiamlığı yapmış Temiz Tahir Efendi isimli muhterem bir zattır.

Onunla ilgili bir hatırasını Fatih Camii şiirinde anlatır:

Sekiz yaşında kadardım. Babam gelir: “Bu gece,
Sizinle câmie gitsek çocuklar erkence.
Giderseniz gelin amma namazda uslu durun;
Merâmınız yaramazlıksa işte ev, oturun!”
Deyip alırdı berâber benimle kardeşimi.
Namaza durdu mu, hâliyle koyverir peşimi,
Dalar giderdi. Ben artık kalınca âzâde,
Ne âşıkâne koşardım hasırlar üstünde!

Akif her şeyden önce İstiklal Marşı şairimizdir. İstiklaller kolay kazanılmaz. Biz başkalarının kazanmış olduğu bir hürriyeti ve istiklali kullanıyoruz farkında olmadan. Ama bu kullandığımız hürriyet milyonlarca kanın ve gayretin sonucudur. Bu yüzden bu hürriyeti bize armağan eden insanları zaman zaman hatırlamalı ve anmalıyız. Akif savaşa, savaşma zaruretine inandırmak için Anadolu’da çok dolaşmıştır. Yunan, Orta Anadolu’ya kadar uzanmış iken Sakarya’da kovulmuştur.

İstiklal Marşı da bir teşvik ve tahriktir.

Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak
O benimdir o benim milletimindir ancak.

Savaş devam etmektedir. Bu yüzden hem askere hem millete ümit verecek bir eda ile hava ile güç ile ümit ile söylenmiştir mısralar. İlk dörtlük tamamen tarihi malzemeyi de getirerek milletin büyüklüğünü anlatır. Kimsenin böyle bir mazi ve güce sahip imanlı milleti mağlub edemeyeceğini vurgular. Gergin fakat emin bir cesaret ve heyecanla söylenmiştir mısralar. Özellikle o günkü nesle daha sonraki nesillere hitap eder. Büyük bir geniş zaman perspektifi ile söylenmiştir.

Şair emniyetini milletinden alan bir cesaretle batıya, yanlış medeniyet anlayışına haykırır. Bir köpektir, canavardır batı, ulur tek dişi kalmış canavardır. Dert etmeğe değmez. Ümidin kaynağı millettir. İmandır dert etmeğe değmez.

Dördüncü, beşinci ve altıncı dörtlüklerde gençlere, bütün millete yurduna sahip çıkmayı örgütler. Sıradan bir toprak değildir cennet vatandır. Şüheda fışkıran bir mübarek topraktır. Ondan sonra Allah’a dua eder. Hilal ile uzlaşır.

Marş 1 Mart 1921’de mecliste okundu. 12 Mart’ta kabul edildi. Akif ödülünü Dar’ül Mesai isimli hayır kuruluşuna vermiştir.

Birinci Safahat (1908-1911). Burada çok sayıda hikayeleri vardır. Kocakarı ile Ömer, İslam tarihi ile ilgilidir. Hz. Ömer’in sorumlu bir devlet adamı olduğunu anlatır. Süleymaniye Kürsüsünde Abdurreşid İbrahim Efendi’nin uyarıcı bir vaaz sergüzeştidir. Üçüncü Safahat Hakkın Sesleri’dir. Ayet ve hadislerin yorumudur. Dördüncü Safahat bir vaizin kürsüde çalışmanın gerekliliğini anlattığı eseridir. Akif topluma Kur’an’dan ve Camiden konuşur. Beşinci Safahat Hatıralardır. Altıncısı bir nesil portresidir. Asım nasıl bir gençlik ve ruh istediğini anlatır. 7. Safahat Gölgeler adını almıştır.

Akif, 27 Aralık 1936 Pazartesi saat 7.45’te vefat etmiştir. Mütevazi başlayan ölüm büyük bir ihtişamla kabrine omuzlarda intikal etmiştir.

BÜLBÜL

-Basri Bey oğlumuza-

Bütün dünyâya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım;
Nihayet, bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım.

Şehirden kaçmak isterken sular zaten kararmıştı,
Pek ıssız bir karanlık sonradan vâdiyi sarmıştı.

Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hılkat kesilmiş lâl...
Bu istiğrâkı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl

Muhîtin hâli "insâniyyet"in timsâlidir, sandım;
Dönüp mâzîye tırmandım, ne hicranlar, neden andım!

Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd,
Zalâmın sinesinden fışkıran memdûd bir feryâd,

O müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu
Ki vâdiden bütün, yer yer, enînler çağlayıp durdu.

Ne muhrik nağmeler, yâ Rab, ne mevcâmevc demlerdi;
Ağaçlar, taşlar ürpermişti, gûya Sûr-i Mahşerdi!

-Eşin var, âşiyanın var, baharın var, ki beklerdin;
Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin?

O zümrüd tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun;
Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun,

Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen,
Gezersin, hânmânın şen, için şen, kâinatın şen.

Hazansız bir zemin isterse, şâyed rûh-i ser-bâzın,
Ufuklar, bu'd-i mutlaklar bütün mahkûm-i pervâzın.

Değil bir kayda, sığmazsın - kanadlandım mı - eb'âda;
Hayâtın en muhayyel gayedir ahrâra dünyâda,

Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perîşandır?
Niçin bir damlacık göğsünde bir umman hurûşandır?

Hayır, mâtem senin hakkın değil... Mâtem benim hakkım:
Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım!

Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda;
Bugün bir hânmansız serseriyim öz diyârımda!

Ne husrandır ki: Şark'ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
Serâpâ Garba çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!

Hayâlimden geçerken şimdi, fikrim herc ü merc oldu,
SALÂHADDÎN-İ EYYÛBÎ'lerin, FATİH'lerin yurdu.

Ne zillettir ki: nâkûs inlesin beyninde OSMAN'ın;
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ'nın!

Ne hicrandır ki: en şevketli bir mâzi serâp olsun;
O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!

Çökük bir kubbe kalsın ma'bedinden YILDIRIM Hân'ın;
Şenâatlerle çiğnensin muazzam Kabri ORHAN'ın!

Ne heybettir ki: vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca me'vâsız kalan dindaş!

Yıkılmış hânmânlar yerde işkenceyle kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!

Dolaşsın, sonra, İslâm'ın harem-gâhında nâ-mahrem...
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem! (*)

[Safahât, Yedinci Kitap]

(*) Bu şiir yazılırken Yunan istilâsı altındaki topraklarımız hususiyle Bursa'ya dair elîm haberler geliyordu tetkikine de imkân yoktu. Bursa’nın işgali üzerine yazmıştır Akif bu şiiri.

Bir şiiri de Bir Gece adını taşır Peygamberimizin doğumu ile ilgilidir.

BİR GECE

Ondört asır evvel, yine bir böyle geceydi,
Kumdan, ayın ondördü, bir öksüz çıkıverdi!
Lâkin o ne hüsrandı ki: Hissetmedi gözler;
Kaç bin senedir, halbuki, bekleşmedelerdi!
Nerden görecekler? Göremezlerdi tabî'î:
Bir kere, zuhûr ettiği çöl en sapa yerdi;
Bir kere de, ma'mure-i dünyâ, o zamanlar,
Buhranlar içindeydi, bugünden de beterdi.
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
Fevzâ bütün âfâkını sarmıştı zemînin
Salgındı, bugün Şark'ı yıkan, tefrika derdi.

Derken, büyümüş, kırkına gelmişti ki öksüz,
Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!
Bir nefhada kurtardı insanlığı o ma'sum,
Bir hamlede kayserleri, kisrâları serdi!
Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı, dirildi;
Zulmün ki, zevâl akılına gelmezdi, geberdi!
Âlemlere, rahmetti, evet, Şer'-i mübîni,
Şehbâlini adl isteyenin yurduna gerdi.
Dünya neye sâhipse, onun vergisidir hep;
Medyûn ona cem'iyyeti, medyûn ona ferdi.
Medyûndur o ma'sûma bütün bir beşeriyyet...
Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret.

Hilvan, 11 Rebîülevvel 1347
(28 Ağustos 1928)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum