Maarif Platformu: Müfredat, kalp ve ruhun ihtiyaçlarını doyurmalı

Maarif Platformu: Müfredat, kalp ve ruhun ihtiyaçlarını doyurmalı

Maarif Platformu, Milli Eğitim Bakanlığı’nın “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli”ne (TYMM) dair bir değerlendirme ve tavsiyeleri yayınladı

“Milli Eğitim Bakanlığı Müfredat Taslağı Değerlendirme Raporu” başlıklı açıklama şöyle:

Eğitim programları ya da müfredat; bir cemiyetin ortak dünya görüşünün, zihniyetinin ve nasıl bir insan ve toplum modeli oluşturmaya çalıştığının önemli bir göstergesidir. Çünkü bir insanın hayata bakış açısı, inancı ve ahlakı; aldığı eğitimin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.

Müfredat çalışmalarında da şu ana kadar yapılan en önemli yanlışlık; müfredatın, bir öğretilecekler listesi olarak hazırlanması ve adeta içinin bilgi yığını ile doldurulacak bir torba gibi tasavvur edilmesidir. Halbuki müfredat, dersler için bir yol haritası sunmalı ve derslerin felsefesini ortaya koymalıdır MEB, hazırladığı müfredatın tamamında, “uzak hedef” mahiyetinde, bu müfredatın dayandığı nazarî (teorik, kuramsal) temelleri ortaya koymaktadır ki, bu isabetli bir yaklaşımdır. Bu bağlamda 2023’te MEB’in eğitimde yaklaşık iki yıldır devam eden değişim çalışmalarını kapsayan kitapçığında yer alan müfredat perspektifi, baştan-sona ithal mahiyetindeydi. Burada yer alan insan tasavvuru, tamamen yabancı bir gözlükle ve materyalist bir bakışla kaleme alınmıştı. Bu noktada sevindirici olan MEB’in, adeta Oryantalist bir bakış açısıyla kaleme alınan bu metinleri değiştirmiş olmasıdır.

Nitekim MEB’in 2024 müfredat taslağına (Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli Öğretim Programları Ortak Metni) bakıldığında, “Yetkin ve Erdemli Birey” sloganıyla kaleme alınan öğretim programları perspektifinde, evrensel bilim kadar milli ve yerli içeriğe de yer verilmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır. Bu noktada Maarif Platformu MEB’i tebrik etmektedir. Ancak müfredat perspektifine yapılan bu milli ve yerli giydirmeler çok isabetli olsa da, yeterli değildir. Zira buradaki Maarif Modeli’nin esas aldığı bütüncül birey gelişiminde, zihinsel gelişimin ağırlığı dikkati çekmektedir. Bu durum müfredatın sloganı olan “yetkin ve erdemli bireyin” bilişsel (vukuf) gelişimi için iyi olsa da; buna dair bilgi ve becerilerin k-12 diye bilinen ithal bilgi ve becerilere dayalı olduğu gözden kaçmamaktadır. Ayrıca bu müfredatın zihinsel gelişim ağırlıklı olup; beden (eylem), duygular (kalp) ve ruhu adeta “geçiştirmesi”, bu çalışmaların aceleye getirildiği veya alt kademe bürokrasinin bu (kalp ve ruh gelişimini) içselleştirmediği şüphesine yol açmaktadır.

Çünkü bu noktada Sayın Bakan başta olmak üzere, MEB’in üst düzey yöneticilerinin kamuoyuna akseden milli ve yerli maarife dair beyanatları ortadadır. Dolayısıyla Maarif Platformu’nun teklifi, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli Öğretim Programlarında (Müfredat), bireyde kalp ve ruhun ihtiyaçlarını doyuracak öğrenme çıktıları ve içeriğin giydirilmesi ihtiyacının göz ardı edilmemesidir. Bu konuda yapılanlar iyi ancak yetersizdir. Bu noktada öğretim programlarının perspektifine yönelik Maarif Platformu’nun tavsiyelerine aşağıda yer verilmiştir:

  • Geliştirilen yeni müfredatta, tekelci yaklaşımın tortuları temizlenmelidir. Buradaki tekelcilik iki anlamdadır. Birincisi, toplumda İslami umdelere uygun, kültürümüzle muvafık olarak yaşatılan zenginliği yok sayıp, herkesi her konuda birbirine benzetmek yanlışıdır. Bu noktada Platformumuzun tavsiyesi, iyi bir Devlet denetimine tabi; amacı, kapsamı ve uygulaması farklı olan okul türlerine izin vermesidir. İkincisi, tüm okulları merkezi sınavlar bazında ele alıp değerlendiren, başarıyı buna göre ölçen yaklaşımdır. Şurası bir gerçek ki, mevcut merkezi sınavlar test tipi sınavlar olup, bunlar bazı bilgileri (malumat, bilgi) ölçse de, beceri ve kazanımları ölçmeye uygun değildir. Ayrıca bu testlerde sunulan seçeneklere göre cevap verme şeklinin, gerçek hayattaki konum ve derecesinin ne denli açıklandığı oldukça şüphelidir. Dolayısıyla bu testler, MEB’in yeni müfredat sloganı olan “yetkin birey”in yetkinliğini bir dereceye kadar ölçse de, erdemi ve becerileri ölçecek kalibrede değildir. Bu yüzden mevcut ölçme-değerlendirme sistemine alternatif olmasa da, bunu tamamlayıcı olarak mutlaka farklı ölçme-değerlendirme yaklaşımları aranmalıdır.
  • Geliştirilen yeni müfredatta, “bilgiyi aktarma” tabanlı mevcut yöntemlere; müzakere, akl-etme, eleştiri, deneme-yanılma, yaparak-yaşayarak öğrenme gibi, bilgiyi kullanım esaslı yeni nesil teknoloji tabanlı yöntemlere yer verilmelidir. Bu noktada, Nizamü’l-Mülk, İbni Haldun, Gazali, Ahmet Yesevi, Geylani ve Bediüzzaman’ın insan, bilgi ve toplum tasavvurları, yeni eğitim modelleri için yol gösterici olabilir. Bunun için ise Devlet ve MEB, birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de farklı model ve müfredata yol vermelidir. Bu, hem eğitime yeni açılımlar sağlayacak hem de eğitimi daha sivil hale getirerek, sosyal temelini genişletecektir.
  • Geliştirilen yeni müfredatta yer verilen çeşitli okuryazarlık becerileri isabetlidir. İsabetli olmayan ise, bunların olduğu gibi yabancı literatüre dayandırılmasıdır. Sadece bir örnek olarak, sorgulayıcı eleştirel bakış ve medya okuryazarlığında, çocuklarımızın safi zihinlerini bulandıracak, taraflı ve yanlış bilgileri filtre edecek yerli zihinsel süzgeçlere yer verilmemiştir. Bu durum zihinsel kirlenme, bilişsel çarpıklık ve kimlik erozyonuna yol açabilir.
  • Geliştirilen yeni müfredatın bileşeni olarak, MEB’in ders kitabı temin etme yaklaşımı gözden geçirilmeli, gerekirse yeniden düzenlenmelidir. Bu noktada mevcut uygulamanın isabetliliğine dair öğrenci, öğretmen, yönetici ve veli geri bildirimine dair görüşlerini alacak detaylı araştırmalar fayda sağlayabilir.
  • Geliştirilen yeni müfredat da, diğerleri gibi, “Türkiye’yi Ankara’dan okumak” arızası taşımaktadır. Oysa yine iyi bir devlet denetimi dâhilinde, bölgesel ihtiyaç, talep ve farklılıklar, “Ulus Devlet”e kurban edilmemelidir. Devletin halkına tam güvenmediğini çağrıştıran bu durum, insanımızın renkliliğini grileştirmekte, bölgesel eğitim potansiyelini heba etmekte ve herkesi aynı profile (tek tipe) teşvik ederek, devletten iş bekleyen ve devlete yük teşkil eden bir noktaya getirmektedir.
  • Geliştirilen yeni müfredata, mevcut derslere ek olarak, kültür ve medeniyetimize dair, örneğin Osmanlıca gibi yeni dersler yer almalıdır.
  • MEB, Türkiye Yüzyılı Maarif Modelinde, müfredat geliştirme ve uygulama konularında katılımcı anlayışla ehil ve liyakatli öğretmenlere daha fazla inisiyatif tanımalıdır. Ancak KPSS puanıyla öğretmen istihdam eden bir sistemde ehil ve liyakatli öğretmen yetiştirilmesi mümkün görünmemektedir. Ehil ve liyakatli öğretmen açığını kapatmak için KPSS yerine çok boyutlu değerlendirme sistemleri hayata geçirilmelidir.
  • Müfredat, okullardaki eğitim ve öğretimin pusulası olsa da, katı ve temel belirleyici olmamalıdır. Öğrencilerin sınıf düzeyi yıla, müfredat bitirmeye alternatif olarak, yeterlik esaslı olarak da temin edilebilir. Zira zekâ gibi, öğrenme hızları da çeşitlidir. Yapılacak sağlıklı ölçme ve komisyon değerlendirmesi sonucuna, bir müfredatın öğrenme çıktılarına sahip birey, üst sınıfa geçebilmelidir.
  • MEB, ders kitabı gibi müfredat tekelini kırıp, okul, öğretmen, öğrenci ve velilere kitap ve müfredat seçebileceği alternatifli, esnek bir yapıyı tartışmalıdır.
  • Ders kitapları gibi müfredatta da, öğrenme çıktılarıyla bağlantılı olarak yer verilen görsel ve karaktere özen gösterilmelidir. Örneğin, Tan, Acar, Işıl vb. isimlere medeniyet ve kültürümüzde iz bırakan isimler de eklenebilir. Zira bu örtük mesajlar kimlik ve kişilik inşasında yerlilik ve milliliği çağrıştırması bakımından önemlidir. Diğer taraftan müfredat/kitap içeriğinde yer elan çizimlerde, toplumun her kesimi yansıtılmalıdır. Örneğin başı açık ve kapalı kadın resmi oranı gibi.. Ayrıca müfredat/kitap içeriğinde yer verilen edebi metinlerde ve özellikle fen eğitiminde ve doğa temalarında, Yaratıcı’yı görmezden gelen, tabiatperest ve esbabperest dil, söylem, sembol ve mesajlara, örtülü veya açık şekilde yer vermekten kaçınmak önemlidir. Örneğin: “Yaratılıyor” yerine; “oluşuyor, meydana geliyor” gibi Yaratıcı’yı dışlayan ifadeler, materyalist ve seküler bir bakış açısının ürünüdür. Bu noktada Bediüzzaman’ın ısrarla vurguladığı “manay-ı harfi” dili yol gösterici olabilir.
  • Ders kitapları gibi müfredatta dikkati çeken bir husus da, belirli bir yaşam tarzının vurgulanmasıdır. Örneğin yılbaşı (Noel) heyecanı yaşayan aile tasvirlerinin ön plana çıkarılması, Osmanlı döneminin geleneksel hayat tarzının unutturulması gibi. Ayrıca ders kitapları gibi müfredat dilindeki, “sayıltı, etkinlik, portfolyo, vb.” kelimelerin empozesi, yaşayan nesli yabancılaştırma vb. riskleri içerdiği açıktır.
  • Müfredattaki öğrenme çıktıları, içerik ve eğitim durumları; öğrencilerin niyet, amaç, merak, sebatını esas alan, ezberden ziyade, “Ne?” sorusunun cevabından ziyade, “Neden?, Niçin ve Nasıl?” sorularının cevabına ulaştıracak şekilde tasarlanmalıdır. Bu konuda İslam düşünür ve filozofları yanında, bilime doğru hedef çizen Batılı bilim insanlarından da istifade edilebilir.
  • Müfredattaki öğretim programı perspektifine yakından bakıldığında, referans vermeden Batı kaynaklı bilinen felsefelerin izleri rahatlıkla görülebilir. Bunda yadırganacak bir durum da yoktur. Yadırganması gereken, 1400 yıllık İslami tecrübenin ortaya koyduğu felsefelere temas edilmemesidir. Oysa bu felsefeye dayalı eğitimin, devletimizi yüzyıllarca omuzladığı malumdur. Tavsiyemiz, müfredat ve ders kitaplarındaki insan, bilgi ve toplum tasavvurunda, Batı felsefesi yanında, İslam felsefesinin de gereğine uygun öncelik verilmesidir. Zira topyekûn eğitim sisteminin bugün bocalamasının altında yatan en önemli sebeplerden birisi de, pusulasını kaybetmiş gemi misali, yerli ve milli bir felsefî rehber eksikliğidir. Yapılması gereken John Dewey kadar, Nurettin Topçu’ya da kulak vermektir. MEB, bu husustaki boşluğu (varsa) doldurmak için tez veya projelere (ilgili her kesim ve herkesin katılacağı) başvurabilir.
  • MEB, müfredatı, Batı realitesi ve ürünü olan, bilinen eğitim felsefelerinin kalıplarına sıkıştırma gayreti gütmemelidir. Zira bu jakoben bir tavır olup, kendi insanımızı oryantalist bir bakışla analiz etmeye benzer.
  • Ders kitapları gibi müfredatta da, “bilimin inançsızlığa alet edilmesi” gibi bir geleneğin tortuları mutlaka temizlenmelidir. Bu meyanda dil ve üslupta azami dikkat gösterilmelidir. Örneğin yaratılışa dair; “tabiât”, “doğa”, “tesadüf”, “mekanizma”, “kanun” gibi kavramlar çok dikkatli kullanılmalıdır.
  • Ders kitapları gibi müfredatta da, bilgi ve beceriler, ahlaki bir kapta sunulmalıdır. Zira ahlak, bilgiyi, ideolojiden kurtaran bir aracıdır. Zira ancak bu şekilde müfredatın sloganı olan “yetkin ve erdemli” birey yetiştirilebilir. Bu noktada Maarif grubunun tavsiyesi, müfredatta yer alan sosyal ve duygusal öğrenme çıktıları ve bunlara dair içeriğin kalp ve ruh boyutlarının altının iyi doldurulmasıdır. Sezai Karakoç’un “Ağır sanayi, ağır kültür ister” sözü ile Nurettin Topçu’nun “Öğrenmek zekânın, yapmak ahlakın işidir.” sözü bu gerçeğin altını çizer. Sağlam insan olmadan sağlam para, sağlam para olmadan da sağlam ekonomi inşa edilemez. Esas olan kendi kimliğimiz ve kültürümüz ile var olmak, kalkınma ve ilerleme odaklı bir zihniyet yapısı oluşturmaktır. Müfredat bu ortamı sağlayacak şekilde hazırlanmalıdır.
  • Yeni müfredatta, bireyin bütünsel gelişimi (zihin, beden, kalp ve ruh) vurgusu çok isabetlidir. Bunlara, finansal okuryazarlık gibi bireyin ekonomik yaşam niteliğini artıracak eklemeler de oldukça isabetlidir. Ancak bu okuryazarlık eklemelerinde; sıfır israf ve iktisatlı hayat prensipleri, sanat, estetik, ahlak, maneviyat gibi boyutlar ihmal edilmiş gibi görünmektedir. Bunların tahkim edilmesi önemlidir.
  • Ders kitapları gibi müfredatta da, zengin bir kelime hazinesi gerektiren dil kullanılmalıdır. Zira insan kelime ve kavramlarla düşünür ve hayal eder.
  • Ders kitapları gibi müfredatın da, medeniyetimiz ve kültürel tarihimizle barışık olması dahası oradan beslenmesi çok önemlidir. Zira bireyde hafıza ne ise, toplumda da tarih odur. Hafıza zaafının nelere yol açtığı ise malumdur. Kaldı ki bunda istifadeye medar olduğu kadar iftihar edilecek dayanaklar vardır. Biz yaşayan nesli tarihimizle doğru olarak buluşturamaz isek, bu boşluğu başkalarının yanlış biçimde doldurduğu aşikârdır.
  • Gençlik arasında inançsızlık, kimliksizlik, sapkınlık sorumsuzluk dalga dalga yayılıyorsa; aşağılık kompleksi umumi bir araz halini almışsa bunda, tarihi gerçeklere, kültür ve medeniyetimize, inanç ve değerlerimize ayna olamayan mevcut müfredatın payı büyüktür. Bu konuda Fuat Sezgin’in çalışmaları deniz feneri misali yol gösterici olabilir. Fuat Sezgin Ortaçağdaki Müslümanların bilim mirasını ortaya çıkaran kapsamlı çalışmalar yaptı. Bu çalışmalarda İslam medeniyetinin özellikle matematik, astronomi, geometri, fizik, kimya, tıp, coğrafya, felsefe gibi pozitif bilim alanlarında kaydettiği gelişmeler ve bu gelişmelerin batı medeniyetinin doğuşu üzerindeki etkisini ele aldı. Medeniyetimizin değerini ve derinliğini, çapını anlayabilmek için Fuat Sezgin’i ve çalışmalarını tanımak şart olmaktadır. Şu anda en elzem vazife ve biricik çıkış yolu ruhumuzu, zihnimizi, dimağımızı besleyen ve bizi biz yapan maarif, medeniyet, insan, bilgi, ahlak, erdem, toplum, öğretmen ve öğrenci özelliklerimizi kazandıracak öncü projeler hazırlamaktır. Özellikle Fuat Sezgin’in çalışmaları ile gün yüzüne çıkan bilim tarihi gerçeklerinin ders kitaplarının yansımasıdır.
  • Yeni müfredatta yer alan amaç ve öğrenme çıktıları ile bunlarla alakalı bilgi, beceri ve yeterliklerin çok büyük kısmı dünyevi olması, hem varoluştaki madde-mana dengesi ve hem de bu müfredatın temel savı olan “yetkin ve erdemli birey” dengesi için bir eksikliktir. Manevi hedef ve amaçlar olamadan, yetkin ve erdemli birey nasıl yetiştirilebilir? Bu meyanda, atalarımızın yüzyıllarca ilham ve enerji aldığı, “İ‘lâ-yi Kelimetullah”, “Nizam-ı Âlem”, “Fütüvvet Ahlakı”, ve “İnsan-ı Kamil” hedefleri yol gösterici olabilir.
  • Ders kitapları gibi müfredatın da, mukteza-yı hale mutabık olarak mevcut dijital teknolojilere aşina nesle uygun olarak ihdas edilmesi önemlidir. Akif’in tabiriyle, bu durum “asrın idraki” için önemlidir. Bu meyanda, ders kitapları ve öğretim materyallerinde Grafik Tasarım Yazılımlarına (İllüstratör) ve Üç Boyut (3D) programlarına yer verilmelidir ki, bu durum, MEB’in dijitalleşmesi bakımından da önemlidir. Bu meyanda, yerli ve milli içerikle donatılmış dijital eğitim oyunlarının tasarımı da önemlidir. Medeniyet ve kültürümüzün klasikleri mahiyetinde olan eserlerin dijital forma, 3D oyun formatına uyarlanması fayda sağlayabilir. Öğrencilere, doğru sosyal medya davranışı kazandırmak için, MEB’in tarif edeceği çerçevede okul, sınıf, ders bazlı sosyal medya platformları oluşturulabilir ve bunların içeriği eğitimle alakalı güncel etkinliklerle doldurulabilir.

Maarif Platformu Raporuna katkı sunanlar:

Abdullah Eker (Dr. öğ. üyesi, Balıkesir Üniversitesi, Eğitim Fakültesi), Adem Tatlı (Prof. Dr., emekli akademisyen, yazar), Ahmet Barut (eğitim uzmanı, öğretmen), Ali Çankırılı (pedagog, yazar), Behçet Erol (Prof. Dr., Dicle Üniversitesi, Eğitim Fakültesi), Burhan Akpınar (Prof. Dr., Fırat Üniversitesi, Eğitim Fakültesi), Gürkan Ergen (18 Mart Çanakkale Üniversitesi, Eğitim Fakültesi), Fatih Mehmet Coşkun (Doç. Dr., Medeniyet Üniversitesi, Mühendislik ve Doğa Fakültesi), İsmail Aydoğan (Prof. Dr., Kırıkkale Ünivesitesi, Eğitim Fakültesi), Mahmut Kaplan (Prof. Dr., Edebiyatçı yazar, Beykent Üniversitesi), Osman Çakmak (Prof. Dr., İstanbul Rumeli Üniversitesi), Özkan Sapsağlam (Doç. Dr. Yıldız Teknik Üniversitesi, Eğitim Fakültesi), Said Ceyhan (Doç. Dr., Bartın Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi), Tahsin Gülhan (eğitim yönetim Danışmanı)

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum