Kur’an’dan Hakikat Noktaları ve Hikmet Nükteleri-13 (Nefsin Nifakından Kurtuluş ve İrşadın İhya Ediciliği)

Kehf suresi 61-63. âyetler diyor ki: “Ölü olan balık, bu görüşme yolculuğunda dirildi. İki denizin buluştuğu noktada hayata kavuşup denizde kendine bir yol açtı ve yüzüp gitti.” Bu âyetler bildiriyor ki, rüşd yoluna giren bir insanın manevi “rics”[1] (leşlik ve ölülük) taşıyan nefsi dahi kudsiyet ile dirilir; kazandığı manevi hayat ile kudret-i İlâhiye deryasında yol alır. Dirileşen nefis, kudretin iki deryası olan âlem-i şehadet ve âlem-i gayb arasında bir âleme temasla gözünü açar. Bu iki âlemde yüzmeye başlar.

Hem bu âyetler işaret ediyor ki: “Kehf suresi, Ashab-ı Kehf kıssasıyla, Hz. Musa kıssasıyla, sonraki Zü’l-Karneyn kıssasıyla bir rüşd ve irşad yolculuğu ve hikâyesidir. Nasıl ki gençler, rüşd arıyorlar ve rüşde ermek için kalb mağarasına çekiliyor ve bast-ı zamana mazhar oluyorlar. 309 yıl, dış dünyayı görmüyor ve işitmiyorlar. Aynen öyle de Hz. Musa (AS), rüşd arıyor. Kendisine rüşd ilmi verilen, hikmet-i kudsiyeye mazhar birisiyle görüşme talep ediyor. Talebi cevap görüyor, fakat “sabır” şartıyla ki, Hz. Musa (AS) açısından en zor imtihandır. Evet O (AS) cihad noktasında gayet iyiydi. Fakat ruhunun tekemmülü için “sabır” noktasında gelişmeliydi. O (AS) ve Onun gibi âfâkî meşreblerin ruhî tekemmül şartı, “sabır” dır. Enfüsî meşrebler sabır noktasında zorlanmaz. Fakat onlar için en zor iş “cihad” dır. Yani sosyal hayata girip hak ve hakikatin cihadını vermek… En’am suresi, Hz. İbrahim’in (AS) böyle bir imtihanını verip geçiyor.

Rahman ve Rahîm isimleri, Üstadiyet ve Mürşidiyet Bağı

Kehf suresi 65. âyet şöyle der: “فَوَجَدَا عَبْدًا مِنْ عِبَادِنَا آَتَيْنَاهُ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَعَلَّمْنَاهُ مِنْ لَدُنَّا عِلْمًا"

(Hemen akabinde orada kullarımızdan bir kul buldular. Biz Ona katımızdan bir rahmet verdik ve Ona yanımızdan bir ilim öğrettik.) Hem bu âyet hem de bu surenin 10 ve 15. Ayetleri gösterir ki, ilmi hayata geçirmek ancak rüşd ile olur. Bu manasıyla, rüşd kişiyi çekirdeklikten ağaç olmaya yükseltmek demektir. Ki, çekirdek için ağaç olmak rahmettir. Evet câhil biri için, ilme ermek bir rahmet olduğu gibi; o ilmi kudsileştirmekle ahlak yapmak, amele dönüştürmek ve hayatlandırmak da özel bir rahmettir. İlki ism-i Rahmân’ın tecellisidir; ikincisi ise ism-i Rahîm’in cilvesidir. Allah, ilmi her insana bir fariza-i fıtrat yapmış; hiçbir şey bilmeyen hiçbir insan yoktur. Fakat bildiğiyle yaşamayan insan çoktur. Bu noktada ilk adım için bir Üstad-ı Rahmânî ve nurânî lazım iken; ikinci aşama için bir mürşid-i Rahîmî ve kudsî lazımdır. O yüzden Ashab-ı Kehf de, Hz. Musa (AS) da, Hz. Zü’l-Karneyn de rüşd ve mürşid arıyorlar. Bu arayış fıtrîdir. قَالَ لَهُ مُوسَى هَلْ أَتَّبِعُكَ عَلَى أَنْ تُعَلِّمَنِ مِمَّا عُلِّمْتَ رُشْدًا

(Musa Ona dedi ki: “Sana öğretilen ilimden bana öğretmen için sana tâbi olmak istiyorum tâ, rüşde ereyim”) âyeti bir taleb-i rüşdün en bariz ve açık ifadesidir.

İnsan Fıtratı ve Sabır

Kehf suresi 66. âyet diyor ki: قَالَ إِنَّكَ لَنْ تَسْتَطِيعَ مَعِيَ صَبْرًا (67) وَكَيْفَ تَصْبِرُ عَلَى مَا لَمْ تُحِطْ بِهِ خُبْرًا (68) قَالَ سَتَجِدُنِي إِنْ شَاءَ اللَّهُ صَابِرًا وَلَا أَعْصِي لَكَ أَمْرًا (69)

(O kulumuz dedi ki: “Sen, asla benimle bulunmaya sabredemezsin, sabredemeyeceksin. Sen, gerçekleşip şuurunla kuşatamadığın bir işe nasıl sabredebilirsin ki!” Musa dedi: “Beni sabredenlerden bulacaksın, inşaallah ve sana isyankâr olmayanlardan bulacaksın.”) Baştaki âyetle Hz. Hızır (AS) diyor ki: “Sen, bu ruh halinle sen oldukça yani değişmedikçe ebediyen sabredemeyeceksin; sen seni bilmiyorsun” diyor. Sonra ekliyor: “Gerçekleşmiş, gözle görünür hale gelmiş olan fakat senin şuurunla hikmetini kavramadığın veyahut kavrayamadığın bir işe, sen sabredemezsin. Sende böyle bir fıtrat şu an yok. Tek yol susmak ve sabretmektir. Onu da sen yapamazsın” diyor. Fakat Hz. Musa (AS) “Ben sabreder ve susarım” diyor. Hz. Hızır âyette (AS) “Len” ifadesi kullanıyor. Bu ise Arapça gramerine göre “% 0” ihtimal demektir. Eğer “Lâ” kullansa idi, % 1-5 arası bir ihtimal olacaktı. Hz. Hızır’ın (AS) dediği aynen çıkıyor.

Eğer Hz. Musa (AS) kurduğu cümlede “inşaallah” tabirini “setecidunî” (Beni böyle bulacaksın) kelimesinden sonra değil de önce kullansaydı, belki kıssanın şekli değişirdi. Zaten Hz. Musa’nın (AS) kurduğu bu cümle bile Onun tavizsiz, net ve kendinden emin ruh halini ifade ediyor. “Ben irade ettikten sonra Allah da dilerse bu iş kesinkes olacak” diyor. Yani “Allah benim irademin yanındadır. Bu iş kesin olacak” diyor. Deseydi ki “Allah dilerse, sen beni sabredenlerden bulacaksın” o zaman gidişat değişebilirdi. Fakat fıtrat kendi seyrini açığa çıkartıyor.

Mürşid ve Mürid İlişkisi

Kehf suresi 70. âyet şöyle der: “قَالَ فَإِنِ اتَّبَعْتَنِي فَلَا تَسْأَلْنِي عَنْ شَيْءٍ حَتَّى أُحْدِثَ لَكَ مِنْهُ ذِكْرًا"

(O kulumuz dedi ki: “Eğer sen bana tabi olacaksan, bana hiçbir şey hakkında soru sormayacaksın. Tâ ki ben onun hakikati hakkında bir söz söyleyene kadar…) Bu ifadeler ise hakka vâsıl ve mazhar bir mürşid ile talib-i hakk olan mürid arasındaki ilişkiyi gösterir. Müridin mürşide hürmeti olacak, Onun yaptıklarını sorgulamayacak, dil ile itiraz-vâri söz söylemeyecek, susacak… Ehl-i tasavvuf bu âyetten şu dersi alır: “Mürşidin iradesinin elinde müridin iradesi, gassalın elindeki meyyit gibi olacak… Mürid tam bir teslimiyeti yaşayacak… Kendi hayrını kendisi düşünmekten çıkıp mürşidinin onun hayrını düşündüğünü bizzat yaşayacak.” Hak mürşid, müridinin hayrını talep eder; onu mukabelesiz şekilde sever; onun kemalini kendi kemali bilir.

Bu âyet bir edep dersini de veriyor. İlim ve rüşd konusunda ileri olana hürmet etmek, bir edeptir ve Kur’anla gelen bir manevi yasadır.

Maddi ve Manevi Sabır

Kehf suresi 71-78. âyetler arasında Hz. Musa’nın (AS) hadiseler üzerine verdiği ânî tepkiler “Sabır ilk musibet tosladığı andadır” hadisinin menbaını teşkil eder. Yaşadıklarının hikmetini öğrendikten sonra Hz. Musa (AS) pişman oldu ama iş işten geçti.

Sabır iki çeşittir: Maddi sabır ve manevi sabır… Maddi sabır, nefs-i emmâreyi terbiye eder; manevi sabır ise, enâniyet-i galizayı terbiye eder. Manevi sabır, susma ile kendini gösterir. İlk susma, dışa karşı tepkisini ifade etmemedir. Hakiki susma ise, içten de itiraz etmemedir. Bu susmalar, aklı ve iradeyi terbiye eder. Bakara suresi “Korku, açlık, mallardan-canlardan-semerelerden azaltmakla sizi belaya uğratacağız” âyetinde ilk sıraya “korku” yu alıyor. Ki korku da, kişinin sabrını zorlayan bir hadisedir. Acısı da, manevidir. Aklı ile hakka doğru yol alan kişi, hakikate erse de hakka kavuşmak için terbiyeye muhtaçtır. Bu da cihad ve sabırla tahakkuk eder. Cihad da bir terbiyedir, bir rüşddür. Sabır da…

İç Dünya Temizliği ve Esmaü’l-Hüsna Mazhariyeti

Kehf suresi 74. âyet nefsin 7 mertebesinden en temizi ve masumiyet mertebesinin ünvanı olan “nefs-i zekiyye” yi bildiriyor. Nasıl ki kudret sıfatına dayanan madde ve mal, para ve mülk “zekât” denilen fiil ile temizlenir. Aynı şekilde kudretin hâkimiyetini hep hisseden, kudret-kuvvet-maddeye âşık olan, kerametleri ve kıymeti dahi bunların fevkalade olanı ile tahakkuk eden nefs-i insaniyenin en temiz mertebesinin ismi elbette ve elbette “zekiyye” olacaktır. Ki:

-Nefs-i insaniye, İsm-i Zekiyy cilvesine erişir.

-Kalb-i insanî, ism-i Tâhir mazhariyeti ile kendi temizliğini gösterir.

-Ruh-u insânî, ism-i Berr âyinedârlığı ile berraklığa kavuşur.

-Sırr-ı insanî ise, ism-i Kuddûs mazhariyetine ulaşır. Kuddise sirruhu’l-azîz ifadesinde işaret edildiği gibi…

İrşad Süreci ve Değişim

Kehf suresi 71-78. âyetler arasında Hz. Hızır (AS) iki defa aynı şeyi söylüyor: “Sen benimle beraber bulunmaya ve yaşamaya sabredemezsin.” Onun sözü ve ifadesi değişmiyor. Fakat Hz. Musa’nın (AS) ifadeleri hep değişiklik arz ediyor. Çünkü kendi manevi aczini görüyor, hissediyor; sabredebileceği ihtimali ile vaadlerde bulunuyor fakat fıtratı değişmiyor. Âkıbet muayyen… Hz. Hızır (AS) bu muayyeniyeti bildiği için baştan neticeyi söylüyor fakat Hz. Musa (AS) “Ben, sabrederim” diyor. Fakat hakikat değişmiyor…

Manevi Gelişim Süreci ve Zü’l-Karneyn Makamı

Kehf suresi Hz. Musa kıssasından hemen sonra Hz. Hızır ile uzun yolculuk ve ahbablık yaptığı rivayet edilen Hz. Zü’l-Karneyn kıssasına geçiyor. Sanki diyor “Eğer Musa-meşreb birisi eğer imtihanını sabretmekle aşarsa bir Zü’l-karneyn olur. Ona her iki âlemin ilişkisi, mülkü ve kudreti verilir. O, artık rüşde erdirmekle görevli hale gelir. Şark-garb ve şimale irşad için gider. Gerektiği yerde manevi ve maddi bir sed inşa eder.” Zü’l-Karneyn’in en mühim özelliği sebeplere tâbi olması… Yani hikmet-i İlâhiyeyi ve irade-i Sübhaniyeyi kâinatta ve hadiselerde okuyarak onun akışına tabi oluyor. Sevk-i İlahî nereye götürürse oraya gidip orada hizmet ediyor.

Hz. Zülkarneyn’in (AS) Nübüvveti Meslesi

Kehf suresi 86. âyet “حَتَّى إِذَا بَلَغَ مَغْرِبَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَغْرُبُ فِي عَيْنٍ حَمِئَةٍ وَوَجَدَ عِنْدَهَا قَوْمًا قُلْنَا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ إِمَّا أَنْ تُعَذِّبَ وَإِمَّا أَنْ تَتَّخِذَ فِيهِمْ حُسْنًا"

(Zü’l-Karneyn batıya gitti. Güneşi sıcak bir göze içinde batıyor buldu. Bu batış yerinin yanında bir kavim buldu. Ona dedik ki: ‘Ey Zü’l-Karneyn! Bu kavme istersen azap edip ceza verirsin; istersen onları güzellikler içinde tutarsın.’) Bu âyetteki “Kulnâ” (Dedik ki) ifadesi, Zü’l-Karneyn’in vahiy aldığını ve nübüvvete mazhar olduğunu bildiriyor. Hatta sebepler dünyasında bir hâkimiyet-i kudsiye inşa ettiğine binaen denilebilir ki, o bir resuldür. Âyetteki hitaba göre “beşîr” ve “nezîr” vazifesini yapıyor. Sonraki âyetler de Zü’l-Karneyn’in bu muhayyeriyeti tam İrade-i İlâhiyeye muvafık olarak kullanmasını gösteriyor. Diğer boyutta ise Zü'l-Karneyn'in yanında ve ordusunda Allah’tan vahiy alan bir kişi bulunmaktadır. Onun rehberliğinde garba ve şarka sefer düzenlemektedir. Bu manayı teyid eder mahiyette Hz. Peygamber (SAV) “Zülkarneyn peygamber miydi, bilmiyorum” der. Fakat kendisi olmasa da en azından ordusu ve maiyetinde ehl-i vahiy bir nebi veya resul olduğu ayetten net anlaşılmaktadır.

Zülkarneyn Kıssası ve Hakkı Tebliğ

Zü’l-Karneyn kıssasında üç sefer yolculuk var. İlki batıya, ikincisi doğuya ve üçüncüsü kuzeye… Batı ve doğuya gidişte, güneşten bahsediliyor. Bu yolculuk misal âleminde yapılmış bir yolculuk ise, Manevi Güneş olan Zât-ı Akdes’in nezareti altında bu yolculuk yapılmış demektir. Batı, istikbal; doğu ise mazi olur. Manevi Güneş, maziden doğar ve istikbalde görünmez hale gelir. Bu manzara, Zât-ı Akdes’in kâinatı mazi-müstakbel cihetiyle ihatasını bildiriyor. Zü’l-Karneyn, batıdakilere, yani istikbaldekilere tebliğ yapıyor; daha sonra kuzeydekilere de yapıyor fakat mazidekilere yapmıyor. Çünkü mazidekilerin tebliğ defteri kapandı. Kuzey ise, bu noktada mevcud zamana bakıyor. O, onun devrinde Ye’cüc ve Me’cüc denilen kavimlere tebliğe gidiyor. Fakat bunlar sözden anlamıyorlar. İkna ve ilim ile tebliğ mümkün olmayan bedevi ve azgın yapıdakilere icbar ve kudret ile tebliğ yapılır. Sedd-i Zü’l-Karneyn gibi… Fakat O (AS), bütün mazi-müstakbel ve kuzey yolculuğunda sebeplere, maddi-manevi âlemin sünnetullahına tabi oluyor.

Hz. Zülkarneyn ve Hz. Süleyman (Aleyhimesselam) Makamları

Zü’l-Karneyn (AS) bir modeldir; Süleyman (AS) da bir modeldir. İlki sebeplere riayetle, mülk âleminin bütün imkanlarından yararlanıyor. Fakat sünnetullah dairesinde yaşayarak… O yüzden Onda (AS) “hâkimiyet” sıfatı görünüyor. Fakat Hz. Süleyman’a (AS) bütün yeryüzü imkanları mucize tarzında boyun eğdiriliyor. Elindeki olağan-üstü ve şahsına münhasır iktidarla herkese boyun eğdiriyor. Gerekirse mucize ve kerametlerle insanları şaşkına çeviriyor. Onda (AS) bu manada, “melikiyet” sıfatı görünüyor. Her ikisinin de yeryüzüne hükmetmeleri hadisi bu kudsî manaları bildirir. Fakat iktidar-ı Süleyman (AS) şahsıyla son buldu. Oysa hâkimiyet-i Zü’l-Karneyn (AS), kendisinden sonra da devam etti. Zaten Zülkarneyn ismi, “iki karn” (iki ömür) yaşayan manasına da geliyor. Yani 120 yıl… İnsanlar ve insanlık için kemal seviye bir Zü’l-Karneyn olarak, mülk ve melekût âleminin imkanlarından faydalanmaktır. Ki bunu insana hediye eden sır, ilim ve hikmettir.

Tin suresi, “Ahkemü’l-Hâkimîn” ifadesiyle Allah’ı kemal manada tanıtarak, insanlığın kuracağı hâkimiyetin mutlaka kusurlu olacağını bildirir. Kâinattaki İlâhî hâkimiyet, insanlığın yeryüzünde kuracağı kudsî hâkimiyetten daha muhteşem ve yerinde olacağını bildirir. Fakat Allah’ın istediği usul ve tarz, bu iki modelin cem’idir. Böylece vâhidiyet ve ehadiyet, sünnetullah ve mucize, mülk ve melekût tam manasıyla iktidar-ı insaniyette cem olur. Allah’ın asıl istediği budur. Ki bu kemal-i iktidar, Medine Devri’nde tahakkuk etti. Efendimiz (ASM), sebepler-üstü icraat noktasında bir Hz. Süleyman (AS), sebepler dairesinde ise bir Hz. Zü’l-Karneyn (AS) oldu. Bu şekilde bütün insanlık âlemine model bir idare ve müdebbiriyet sergiledi, Aleyhissalatu Vesselam…

[1] Tövbe suresi 125. âyet bu “rics” tabirini “münâfıklar” için kullanır. Evet, münâfıklar âfâkî mücessem “nefs-i emmâre” dirler; nefs-i emmâre ise enfüsî “münâfık”tır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
8 Yorum