İmtihan Sırrı ve Hakikatin Zuhuru

Kur’andan Hakikat Noktaları ve Hikmet Nükteleri-8

Hicr suresi 39. Ayet diyor ki: “قَالَ رَبِّ بِمَا أَغْوَيْتَنِي لَأُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْأَرْضِ وَلَأُغْوِيَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ

(İblis dedi: Rabbim beni azdırmana mukabil ben de onlara arzın içinde yaptıkları kötülükleri süsleyeceğim. Onların hepsini yeminle söylüyorum azgınlaştıracağım.) Bu âyet, hazımsızlığın ve cehaletin en çarpıcı ifadesi… Hem “Rabbi” diyor, hem “Ağveyteni” (Azdırdın) diyor; kendi içinde çelişiyor. Madem Rabbim deyip terbiye edicimsin, sahibimsin, malikimsin diyorsun; sonra neden bir imtihan sonucunda “Beni Sen azdırdın” diyorsun! Demek İblis, Rububiyet hakikatini bilmemiş, idrak edememiş… İmtihan, içteki pisliği açığa dökmek veyahut içteki saklı cevheri açığa çıkarmak için, kişiye kendinin ne olduğunu göstermek gayelidir. Ayette görüldüğü üzere İblis içindeki cevherleri (!) döküyor. Demek ilim, rüşd haline gelmeyince İblis-vari hezeyana yol açıyor. İlim, hazmedilmezse “enâniyet” oluyor. Allah’ın, “Nefha-i İlâhîme secde edin” ifadesi ile İblis’in “Topraktan yaratılmış bir cisme secde etmem” sözü beraber okununca, “Zahir-perest bir akıl secde edemez; onda enâniyet olur” diyebiliriz. Fakat ilimle melekleşenler, secde ediyorlar. Çünkü onlar ruh-u İlâhî olan nefhaya secde ediyorlar. İblis ise, nefhayı ve ruhu görmüyor, görmek istemiyor. İblis secde edip “sıddîk” olmadı ve hakikatte fâni olduğunu isbat edemedi. Sonunda zavallı bir “zındık” oldu. Saptı ve saptırdı. Bütün bildikleri de, Allah’a karşı adavete araç oldu. Nefretinin dili oldu. Bu noktada imtihan ve sırr-ı Rububiyet kendini gösteriyor: “Allah, kulun istediği gibi olmayacak ve olmaz. Bilakis kul, Allah’ın istediği gibi olacak ve olmalı. Rubûbiyet budur. Emirle şekil verene, Rabb; emirle şekil alana ise kul denilir.”

Sırat-ı Müstakim ve Muhlaslık

Hicr suresi 40-41. Ayetlerle Allah diyor ki: “Muhlas olan, sırat-ı müstakîm üzeredir.” İstikamet üzere olmaya çabalamak, muhlislik alametidir. İstikamette devamlılık ve sabitlik ise, Allah’ın ihlas vermesini, yani muhlaslık gösterir. Bu noktadan şu tespiti yapabiliriz: “Bir kişi kesben, muhlis olursa akabinde lütf-u İlâhî yetişir ve vehben onu muhlas kılar.” Fakat bu meselenin şartı bulunuyor: “Emr edildiği üzere istikamette olunacak; ifrat-tefritten uzak durulacak.” Hud suresinde vurgulandığı üzere…

Cehennemin Yedi Kapısı ve Şer Kapıları

Hicr suresi 44. Ayette Allah diyor ki: “Ey İblis, insanlardan sana tabi olup azgınlaşanlara yedi cehennem kapısı var. Her birisinden ayrı bir kısım girecek.” Bu âyette “cüz’” tabiri kullanılması gösterir ki, bu yedi kısım insan, hilkatinde ve maddesinde boğulanlardır. Çünkü hayat ve ruhta cüz’ yoktur, cüz’iyet ve külliyet vardır. Secde, zaten bu külliyet cephesinedir.

Hem bu âyet gösterir ki, yedi temel hata ile insanlar cehennem kapılarını kendilerine açarlar. Bunların dördü âfâkî şerlerdir. Felak suresi bunları ders verir. Üç kapısı enfüsîdir. Nas suresi bunları ders verir.

Müminler Arası Kin

Hicr suresi 46. Ayet diyor ki: “Müminler arasında kin ve kırgınlık olabilir. Öyle ki, bu kin bir ağlal olup müminler arasında itaati de engelleyebilir. Bu kin tâ ebedî Cennete girene kadar müminlerde bir birine karşı kalabilir. Fakat Cennet’e kin ile girilmez.” Hatta âyet diyor ki “Biz bu kini, söküp alırız.” Yani o mümin, mümin kardeşine kininde kendini haklı görebilir. Haklılık algısı ve haklı görme şuuru, kinin insanda bekasının sebebidir. Bir insan bu algısıyla kin kurdunu içinde besleyip büyütebilir. Bir müminin diğer bir mümine karşı kalbindeki bu kin, onu kâfir yapmaz.” Fakat bir mümin-i ekber olan Allah’ın Resulüne ve bizzat Rabbü’l-âlemîne karşı kalpte taşına bir kin ise kişiyi imansız eder. Evet insanın Allah’a ve Resulüne karşı hak dava edebileceği hiçbir durum söz konusu değildir. Hak davası söz konusu olmadığı için “hakkı yenildiği algısı” ndan doğan bir kin duygusu da bir müminin kalbinde Allah’a ve Resulüne karşı doğamaz. Eğer doğuyorsa bu kişinin hak ve hakikat algısında bir problemi olduğunu ve itikadî bir yarası bulunduğunu gösterir.

Cennet ve Yorgunluk

Hicr suresi 48. Ayet ile Rabbimiz diyor ki: “Cennette yorgunluk yoktur.” Demek ki Cennet’te kuvvette azalma yoktur. Yorgunluk, kuvvetin azalması ile meydana gelen bir fiziksel durumdur. Hem âyet diyor “Ve cennetten çıkarılmak da yoktur.” Yani Cennet’te insan ebedîdir. Cennet, Cehennem gibi ceza yeri değil ki, cezası bitenler çıksın. Cennet bir rahmet, ücret ve lütuf yeridir. Lütuf, mazharların çokluğuna göre kendini daha muhteşem şekilde gösterir. Rahmet ise, ikrama mazhara olanların sayısının fazlalığına göre kendini daha iyi bir ifade eder. Ücretin en mesud edici olanı ise kesintisiz ve sonsuz olanıdır. Cennet’teki bu ebediyet algısı, cenneti insan için vatan gibi yapar. Hem saadete saadet katar, hem de evhamları def eder. Bu şekilde saadet hakiki saadet, nimet hakiki nimet, rahmet hakiki rahmet olur.

Ümitsizliğin İki Şekli: Yeis ve Kunut

Hicr suresi 54-55. Ayetler diyor ki: “Allah, rahmetiyle var eder.” Allah’ın rahmetiyle bir nimeti yapabileceği ve verebileceğinden ümit kesmeye, Kur’anda kunut denilir. Bir şeyi bilebilmeden ümit kesmeye ise Kur’an, yeis diyor. Hz. İbrahim (AS) Hicr suresindeki bu ayetlerde der ki: “Rahmetten ancak, dalalete sapanlar kunutla ümit keserler.” Yusuf suresinde ise “Kâfirler, Allah’ın soluk verici rüzgarı olan ilimden yeisle ümit keserler” diye Hz. Ya’kub (AS) hakikati beyan eder. İnsanın imtihanı hakikati bilme, hakka erişip hakikati hayata geçirmedir. Hakikati bilme yolunda karşısına “yeis” gelir, bilebilme ümidini kırmak ister. Hakikati bildikten sonra hakka vuslat yoluna girmesini “kunut” engellemeye çalışır. “Hakikate göre yaşamak zordur, başaramazsın” der. Bu çerçevede kişi daima emel-i hakikat ve reca-yı hak üzere olmalı ki, yolda kalmasın; nefsinin ve enaniyetinin kölesi olmasın. Bu noktalarda Hz. Yakub (AS) emel-i hakikat kahramanıdır, ömrü boyunca Yusuf’una kavuşma emelinden vazgeçmemiştir. Emeli makbul bir dua olmuş ve nihayetinde Yusuf’una kavuşmuştur. Hz. İbrahim’de (AS) bir reca-yı hak kahramanıdır. Ondaki reca makbul bir dua olmuş ve onu “gulam-ı halîm” olan Hz. İsmail’e (AS) ve “gulam-ı alîm” olan Hz. İshak’a (AS) kavuşturmuştur.

Günah Sarhoşluğu

Hicr suresi 67. Ayet diyor ki: وَجَاءَ أَهْلُ الْمَدِينَةِ يَسْتَبْشِرُونَ

(Şehir ehli, halkı birbirlerini müjdeleyerek geldiler.) Lut kavmiyle ilgili bu âyet gösteriyor ki, bütün halk eşcinsellik konusunda hastalanmış. O derece ki, yakışıklı delikanlılar şeklinde gelen melekleri duyunca birbirlerini müjdeleyip seviniyorlar. Hz. Lût’u (AS) tebliğden men ederek misafirlerine tecavüz etmek istiyorlar. Demek şehre başka gelenlere de bu zulmü reva görüyorlar. Bu iş o raddeye varmış ki, Hz. Lût (AS) kızlarını onlara nikahlamayı teklif etmesine rağmen reddediyorlar. İşte şehvetteki dalaletin derecesi ve neticesinde gelen acı ateşli azap…

Seb’u’l-Mesânî

Hicr suresi 87. Âyet diyor ki: “وَلَقَدْ آَتَيْنَاكَ سَبْعًا مِنَ الْمَثَانِي وَالْقُرْآَنَ الْعَظِيمَ

(Yemin olsun ki Biz sana tekrarlanan yediyi ve azametli Kur’an’ı verdik.) Bu âyet “seb’u’l-mesâni” (tekrarlanan yedili) demekle, hem Fatiha suresinin iki defa nüzulüne hem de kılınacak namazın her rekatında okunarak tekrar edileceğine işarettir. Bu âyete nazaran namazda Fatiha’yı okumak vâcibdir ve hadiste vurgulandığı üzere “Namazda Fatiha sûresini okumayan kimsenin namazı geçerli değildir.”[1] Aynı zamanda Seb’u’l-mesânî, Kur’an’da yedi defa geçen ve Ha ile Mim harflerinin mukattaa huruf olarak okunmuş şekli olarak bir ikili teşkil eden Ha-Mîm ile başlayan yedi sureye de işaret olarak anlaşılabilir. Ki Hz. Peygamber (ASM) Ha-Mîm ile başlayan yedi surenin insanı hamîm-i ebedî olan Cehennem’e sokan yedi hastalığı bildirdiğini ve bu yedi sureyi düzenli okuyanlar için bu surelerin şefaatçi olarak o yedi Cehennem kapısını kapatacağını bir hadisinde şöyle bildirir: “Hâ Mîm ile başlayan sureler yedi tanedir. Cehennemin kapıları da yedi tanedir. Kıyamet günü her Hâ Mîm bu kapılardan birinden gelir ve ' Allah'ım, bana iman eden ve beni okuyanı bu kapıdan Cehennem'e sokma' der.” (Beyhâkî, Şuabu’l-İman, Halil b. Mürre’den naklen.)

Vahyi Yorumlamak

Hicr suresi 90-91. Âyetler diyor ki: “Ehl-i Kitap olan Yahudi ve Hıristiyanlar, kendi kitaplarını heva ve heveslerine göre yorumladıkları gibi, Kur’anı da öyle yorumlayarak zihinleri bulandıracaklar. Âyetler arasındaki bağlantıları kopartarak bunu yapmaya teşebbüs edecekler. Hatta bir kısmı münafıklık yapıp İslamiyete girmiş görünecek ve İslam dairesi içinde bu fitneyi yapacaklar.” Fakat Hicr suresinin başındaki âyetle beraber bu kısım okunursa “Biz, her asırda Kur’an’ı hakkıyla anlayacak, hakikat ilminde rasih ve köklü kişiler gönderecek ve onların himmetiyle bu fitne ateşlerini söndüreceğiz” hükmü gözükür. Bu çerçevede ehl-i kitabın bu saldırıları vahyin bütün derinliğiyle anlaşılması noktasında bir fitne ve imtihan unsuru olacak, İslam ümmetinin vahyin ruhuna nüfuzu mecbûrî olarak sağlanacaktır. İsrailiyatın tefsir ilmine sokulması ve ümmet içinde yayılmasının perde arkasında ehl-i kitabın din siyaseti olduğunu bu âyetten ders alıyoruz. Bu çerçevede bu ayet bir ihbar-ı gaybîdir. Aynen tahakkuk etti ve etmeye devam ediyor. Müsteşrikleri eliyle bu fitne ateşini körüklemeye çalışıyorlar; müsteşriklerin yerli talebesi olan müstağripler eliyle de bu fitneyi iyice alevlendiriyorlar.

[1] Buhârî, 1422: I, 151.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
9 Yorum