Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU

Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU

Bediüzzaman'ın Veziri Zübeyir Gündüzalp Ağabey-4

بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ

"Zübeyir bir haftadır uykusuzdur, üstad Bayram Yüksel'in boynuna sarılıp tuttu, bir şeyler demek ister gibiydi.

Ve saat 2.30/3.00 arasında üstad hayata gözlerini yumdu.

Zübeyir dahil 4 talebesi başucunda bekleşirken sahur da geçti ve üstadları uyanmadı.

23 Mart 1960 Çarşamba günü gökten ülkenin birçok yerine kırmızı çamur yağdı ve Urfa semalarını acayip kuşlar kapladı.

Zübeyir o gün postaneden Türkiye'nin dört köşesine üstadının vefatını telgraflarla duyurdu.

24 Mart Perşembe ikindi namazı sonrası Urfa Ulu Cami'de ikindi namazı ardından cenaze namazı kılındı, Dergah'taki hazır mezara defnedildi.

Olaya derhal Gündüzalp el koydu ve üstadın özel eşyalarını muhafaza altına aldı ve hakimi çağırtıp hukuki tutanaklar hazırlatıldı.

Mehmed Kırkıncı anlatıyor:

-Erzurum'dan Urfa'ya Cuma günü geldik. Dergah'ta Cuma'yı kılıp medreseye gittik.

Sungur, Ceylan, Tahiri Abiler medresedeydi.
Zübeyir Abi cemaate üstadın vefatını ve vefat anında aldıkları tedbirleri ayrıntılı olarak anlattı.

Sonra oradaki cemaate şöyle hitap etti:

"Artık üstadımız gitti. Hizmet bizim boynumuzda kaldı. Ölünceye kadar bu hizmeti devam ettireceğiz.

Peygamberimiz (asm) vefat edince İslamiyeti yayma vazifesi durmadı, sahabeler üstlendiler.

Şimdi biz de; önümüze çıkan bütün engelleri hizmet uğrunda aşacağız.

Engeller ne kadar büyük olursa olsun, bizdeki himmet, şehamet, celadet, cesaret ondan daha büyüktür. Bu hasiyetlerin karşısına hangi engel çıkarsa çıksın küçüktür."

Meşveret sonucu Urfa'da, Zübeyir, Bayram, Abdullah kalacaktı.

Urfa'da bir binbaşı ve hakim bir üsteğmen bu 3 talebeyle oturup sohbet eder ve şimdi gidip bir-iki ay sonra gelmelerini telkin eder. Ama kabul ettiremez.

27 Mayıs 1960 ihtilali yapılınca ihtilalcilerin zoruyla, Zübeyir Ağabey Gaziantep'e, Abdullah Yeğin Ağabey Adana'ya, Bayram Yüksel Ağabey de Nazilli'ye gitmek zorunda bırakıldılar.

Bayram Abi 1960 ihtilâlinden bir zaman sonra akabinde Karabük'te nurcu Camcı Şevki'nin dükkânında çalışıyordu.

Sonra merhum Bekir Berk gitti ve hizmet için Ankara'ya getirdi.

Gündüzalp, Antep'ten kimse duymadan önce Isparta'ya, sonra baba ocağı Ermenek'e gitti. (1960 Haziran başı).

Evinde bir zaman hem dinlendi, hem Risale-i Nur Külliyatı'nı yeniden tefekkkür etti.

Daha sonra Sungur Abi'nin yazdığı "hizmete davet" mektubu ve İstanbul'dan bizzat Ermenek'e gelen Üzeyir Şenler'in daveti üzerine, İstanbul'a gitmek için Ankara Çankırı Caddesi'ndeki apartmanın çatı katındaki Nur dersanesine çıkınca, polisler baskın yapıp tutukladı, sonra da salıverdi.

whatsapp-image-2022-04-06-at-04-55-48.jpegZübeyir Gündüzalp bu tutuklamayı hayra bir işaret kabul edip, Ankara Hacı Bayram Camii arka sokağındaki 27 numaralı Nur dersanesine yerleşti.

Üstadın vefatından sonra cemaatte meşveret sistemini yerleştirdi.

Hizmeti meslek ve meşrep açısından şekillendirdi.

Tam bir gölgeüstad, nurlu kahraman bir abi, lider oldu!

Cemaat içinden çıkan aykırılıklarla uğraştı ve düzeltti.

Cemaatin asli hedeflerini şekillendirip, uygulamasını yaptı.

Cemaati şiddete bulaştırmak istiyen derin devlet görevlilerine fırsat vermedi.

***

1962 ilkbaharında, İstanbul Kirazlı Mescid Sokağı 46 numaralı dersaneyi mesken tuttu.

Bu maksatla tüm Risale-i Nurlardan tarayıp derlediği Hizmet Rehberi (1961/neşir tarihi 1970) ile Beyanat ve Tenvirler risalelerini 1969'da hazırladı ve neşretti.

II. Emirdağ Lahikasını 1969'da, seçim öncesi İttihad Gazetesi'nde tefrika ettirdi.

Üstadın sağlığında basılan Şualar’a girmeyen, Afyon Mahkemesi Müdafaası ile Hata-Savab Cetveli’ni Latin harfleriyle bastırıp On Dördüncü Şua’yı tekmil ettirdi. (Kaynak: Bediüzzaman'ın veziri Zübeyir Gündüzalp Ağabey-3, Hüseyin Çeşitçioğlu)

***

Zübeyir Gündüzalp Ankara'ya Ne Zaman Geldi?

Çeşitli şahitliklerden Zübeyir Abi'nin memleketi Ermenek'te 3 ay civarında kaldığını göstermektedir.

Merhum Hamdi Sağlamer: "Zübeyir Abi ile ilk görüşmem, 1960 sonbaharına rastlar. Bendderesi'nde gece vakti Mustafa Türkmenoğlu'nun yanına gidiyordum. O da karşıdan geliyormuş. Hiç tanışmadığımız halde; "nerdesin kardeşim seni arıyorum" demesi beni şok etmişti. Kucaklaştık ve Mustafa Türkmenoğlu'nun kaldığı yere beraber gittik" demiştir. (Nur'un Büyük Kumandanı Z.Gündüzalp/İ.Atasoy, s,129).

z1.jpgZübeyir Abi (ortada ayak ayak üstüne atan) sağda M. Türkmenoğlu, solda Said Özdemir ve (görünmeyen) M. Sungur. Ankara'da Karakoldalar/5 Ağustos 1961- Akşam

Merhum Sağlamer'in hatırasından, Zübeyir Abi'nin Ankara'ya en geç sonbaharda geldiğini düşünebiliriz.

"ZÜBEYİR ÇOK AZAP ÇEKECEKSİN!"

Allah sıhhatini artırsın Ahmed Tanyel Abi Zübeyir Abi'den anlatıyor:

Bir gün Üstad, bana sordu:

"Benden önce mi, yoksa sonra mı ölmek istersin?"

"Üstadım siz olmadan yaşayamam. Sizden önce ölmek istiyorum."

"Keçeli! Hem benden sonra ölecek hem de çok azap çekeceksin! diyor." (Zübeyir Gündüzalp/İbrahim Kaygusuz s,375).

***

Üstadın Vefatından (23 Mart 1960) Sonra Türkiye'nin Genel Durumu

1- Üstad Nursi'nin vefatından 65 gün sonra, kaygı ve uyarıları gerçekleşti; halkçılar ırkçıları elde ederek, dine hürmekar Demokratları, bir gece yarısı silahla alaşağı etti.

27 Mayıs 1960 İhtilali ülkeye bir karabasan gibi çökmüştü.

Ordunun tankları; TBMM ve Cumhurbaşkanlığı Çankaya Köşkü'ne çevrilmişti.

MB Komitesi denen 38 cuntacı subay, DP iktidarını 27 Mayıs gecesi devirip yönetime el koydu. MBK Başkanı Cemal Gürsel, başbakan statüsüdeki müsteşarlık görevinde Alparslan Türkeş vardı.

Arka plandaki koordinatör ise İsmet İnönü'ydü.

2- Merhum Menderes Eskişehir'den Ankara'ya dönerken yolda yakalanmıştı!

27/28 Mayıs gece yarısı; DP'liler evlerinden dövme ve sövmelerle alınıp; askeri kamyon ve çöp arabalarıyla Kara Harp Okulu'na tıkılıyordu.

3- Emirdağ Lahikası 2'de üstadın 3 yerde takdirle bahsettiği;

Rahmetli Namık Gedik kum kamyonunda getirildiği Kara Harp Okulu 3.kat penceresinden atılarak 30 Mayıs gecesi şehit edildi. (Namık Gedik'i Kurtarmak-Risale Haber)

Bu darbeden en çok Nurcular ve Demokratlar zarar gördü.

Özellikle 1950/60 iktidar sürecinde; dişleri kıl kesen kemalist, mason, ırkçı ve cuntacılara müthiş bir fırsat çıkmıştı.

4- Üstad Nursi'nin Kabri tam 110 Gün Sonra Gece Parçalandı ve Kaçırıldı!

27 Mayıs darbe yönetimi; içişleri bakanı emekli general M.İhsan Kızıloğlu'nun imzasıyla, K.K Komutanı Cemal Tural aracılığı ile Abdülmecid Ünlükul'a zorla kabir nakil kağıdı imzalatıp (4 Temmuz 1960), üstad Bediüzzaman'ın kabrini 11/12 Temmuz 1960 gece yarısı kırarak, askeri uçakla Isparta'ya getirip karanlıkta gömdüler.

Türkeş, gazeteci M. Cemal Bayındır’a yazdığı 20.10.1992 tarihli mektupta, sorumluluğu İhsan Kızıloğlu’na atmaktadır. (Necmeddin Şahiner, Belgelerle Bediüzzaman’ın Kabir Olayı, İstanbul 1996, s. 83)

5- 27 Mayıs darbesinde sonra 1 Haziran 1960 günü, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan toplanan 485 kişi Sivas Kabakyazı’daki kampta 9 aylık “zorunlu misafir!” edildiler.

Sivas Kampı’nda Diyarbakır’dan Mehmet Kayalar, Erzurum’dan Mehmet Kırkıncı, Kahramanmaraş’tan Mustafa Ramazanoğlu, Mehmet Serçil, Kamil Sirkeci, Yavuz Telli, Hilmi Ardos, Malatya’dan Tarık Aktekin gibi Nur talebeleri de vardı.

Kayalar kamptan sonra “55 Ağa” içerisinde Çanakkale’ye sürüldü. 12 ay ızdıraplı bir hücre hapsi yaşadı.

Merhum Mehmed Kırkıncı Hoca anlatıyor:

"Çok cesurdu… Birgün alay kumandanı geldi…
-Dahiliye vekili İhsan Kızıloğlu geldiğinde ayağa kalkacaksınız!’ dedi.
Mehmed Kayalar 'Olmaz!’ dedi.
‘Biz kapıda oturacağız ve ayağa kalkmayacağız!..

Bakanın arabası geldiğinde Mehmed Kayalar ayak ayak üstüne attı. Onun zorlamasıyla biz de ayak ayak üstüne attık. İhsan Kızıloğlu geldi, elini salladı. Herkes ayağa kalktı, biz kalkmadık."

6- Nur talebesi Mehmed Oğuz karakolda şehid edildi. 7/8 Ocak, Cumartesi/Pazar gecesi 1961.

Nazilli'nin rahmetlik 4 Mehmetleri, Aydın Ağır Ceza Mahkemesi'nden beraat ettiler ve kitaplarına iade kararı verildi. Ama suçsuz yere 7 ay 20 gün mahpus yattılar.

İdamla yargılanan 4 Mehmed, merhum Bekir Berk’in muhteşem savunması ile 17 Ekim Salı 1960 tarihinde beraat ve iade kararı aldılar.

Sırtında Nur Risaleleri ile eve dönerken; hükümet binası kapısında nasipsiz bir polis; "hakkında takibat var" deyip Nazilli polis karakoluna çağırıp; mübarek başını duvarlara çarparak, 1961'de 7/8 Cumartesi/Pazar gecesi şehid ettiler.

7- 16 Eylül 1961'de Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu, merhum Menderes ise, 17 Eylül 1961'de öğle vakti İmralı Adası'nda idam edildi.

z2.jpgMerhum ve kahraman; Menderes, Zorlu ve Polatkan, Ankara Maltepe Camii maketini incelerken..

8- 27 Mayıs Sürecinde; Nurculukla Mücadele Komitesi Kuruldu.

İhtilalde; Diyanet başkanı olan Merhum Ömer N. Bilmen ancak,12 aya yakın dayanabildi.

Çünkü Türkçe ezan, namaz ve camiyi kiliseye benzetme dayatmalarına direndi ve istifa etti.

Yerine emekli general Saadettin Evrin atandı. Birçok bidatçı ve tahripçi icraatı içinde camilerin secde kısmına tahta konması oldu.

Böylece ayak kokusu önlendi!

1964'te ise başbakan İnönü emekli hukukçu, M. Tevfik Gerçeker'i Diyanet başkanı yaptı.

Gerçeker döneminde Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde Neşet Çağatay başkanlığında Nurculukla Mücadele Komitesi kuruldu.

Bu komitede dekan Hüseyin Gazi Yurtaydın, İbrahim A. Çubukçu, Bahriye Üçok, A. Hamdi Kasapoğlu ve Siverekli Neda Armaner de vardı.

Komite 1952'de Mısır sürgününde vefat eden, namı yüksek, son şeyhülislam M.Sabri Efendi adına üstad Nursi aleyhinde bir iftiraname yazar. (Tuhfeturreddiye alâ mezhebi sayıdıl kurdiye. Ankara-1964.)

Bu iftiranameyi uyduruk Biricik matbaasında basmış gösterir, başta Diyanet merkezleri, askeri ve idari tüm merkezlere üst yazıyla iletirler.

Bükemedikleri bileği son bir hamleyle, çarkıta çıkarmak için çırpınırlar.

Bu şeytani icraat; Zübeyir ve Bekir Berk Ağabeylerin basiretli aksiyonlarıyla çarkıta çıkartılır.

Rahmetli Bekir Abi, Mısır'daki M. Sabri'nin oğluna ulaşıp, gerçekleri yazılı hale getirip, bu tuzağı da başlarına geçirir.

z3.jpgNeda Armaner'in İslam Dininden Ayrılan Cereyanlar Nurculuk kitabını Gerçeker'in Diyanet'i tam 40 bin bastırıp, kütüphane ve kendi merkezlerine gönderir.

Bu iftiraname de Nur talebelerinin alihimmeti, hamiyet ve şehamet duygularıyla toplu satın alma ve imhalarla etkisizleştirildi.

İlahiyat/Diyanet, Nurculuk konusunda tam bir dayanışma içindeydi.

Nitekim; ilk başörtülü ilahiyat öğrencisi merhum Hatice Babacan, 1968'de okuldan kovuldu.

Bunun üzerine yapılan öğrenci boykotlarında; Zübeyir Abi'nin düşüncesi ışığında Nurcu üniversiteliler de aktif biçimde katıldılar.

Gündüzalp üstadının; "kabul etmeme" dediği ve yaşadığı sivil itaatsizliği de, uygulamış oluyordu.

Bknz: İnönü, Said Nursi raporu isterdi ben de yazardım

***

Üstad Bediüzzaman'ın Vefatından Sonra Nurcuların İç Sorunları

1960 İhtilali sonrası, Barla'dan ayrıldıktan sonra üstadla bir daha görüşemeyen merhum Hulusi Abi Elazığ merkezli hizmet ederken, 1949 Afyon hapsinden sonra üstadla hiç görüşemeyen merhum M.Feyzi Pamukçu ise Kastamonu merkezli hizmet ediyor, gelenlere Risale okumayı tavsiye edip sohbet ediyordu.

Abdullah Yeğin Adana'da bulunuyor, Bayram Yüksel ise Karabük'te camcıda çalışıyordu.

Sungur Abi ise ticari gerekçelerle Türkiye'yi gezerek hizmet ediyordu.

1- "Üstadı Sani"lik ve Yazıcılık

Üstad Bediüzzaman hayatta iken, Risale-i Nurlar latin harfleriyle basılıp okunuyordu.

Üstad "Risale-i Nur'un yeni hurufla yazılmasına bir ihtarı manevi ile izin verdik. Yeni hurufla bu hakikatları, ehli inkara 12'lik top güllesi gibi atabilirsiniz" dedi.

Nitekim dediği gibi; Nurlar küfre karşı manevi bir atom bombası gibi etkili bir işlev gördü.

Amma merhum Hüsrev Altınbaşak; üstad sağken bile yeni yazıya karşı çıktı ve öyle devam etti.

Üstad, Sungur Abi'yle yeni yazı kırmızı ciltli Sözler'i Altınbaşak'a sevinçle gönderdiği halde; almayınca kapıdan üzüntüyle geri döndü.

Ahmet Hüsrev Altınbaşak, üstadın vefatında Urfa'da bulunmamış, vefat telgrafının arkasına yazdığı cevabi telgrafta naaşın Isparta'ya getirilmesi gerektiğini belirtmiştir. (Risale Haber)

Merhum Hüsrev Abi iki meselede tartışma kabul etmedi.

Biri; Sözler'in latince basılıp okunması.

Öbürü; Nur cemaatının kesinlike kendi halifeliğini kabul etmesi.

Bu durum nurcuları bölmek istiyen derin güçler için bulunmaz bir fırsattı.

İşin içine giren bazı emekli astsubaylarla, bu farklılık bir ayrılığa dönüştürüldü ve desteklendi.

***

Merhum Abdullah Yeğin Anlatıyor:

"Üstadımızın son günleriydi, vefatından bir-iki ay önce. Beni Urfa'ya yolcu etmek için, Afyon/Çay'a doğru arabasıyla gidiyorduk. Üstada, Diyarbakır'da hizmet eden ağbeyi (M.Kayalar) ziyaret edeceğimi söyledim. "Yok Urfa ordan ileridir, gitmene lüzum yok!" diye mukabele etti. Sonra; Hüsrev Ağabeyi ziyaret etmek isterdim dedim. Üstad yine iltifatla, lüzum olmadığını, "Risale-i Nur var, o size kafidir" diye reddetti. "Bir şey, bir fikir sormak istiyorsan, işte Zübeyir" diyerek, yanındaki Zübeyir'i bana gösterdi. (Abdullah Yeğin, Son Şahitler 1/1978 378.sayfa)

Merhum M.Kırkıncı anlatıyor;

(Uzun olduğu için özetliyorum).

Zübeyir Abi telefonla beni İstanbul'a (46) çağırdı. "Hüsrev Ağabey bütün ağabeyleri dışladı. Kendi başına bir tarza girdi" dedi. Sonra Ankara'da merhum Tahsin Tola'nın evinde toplanıp, konuşmak için karar alıyorlar. Zübeyir, Sungur, Tahiri, Abdullah ağbey ve Bekir Berk de olduğu halde bir gurup ağabey otobüsle Konya'ya gidiyorlar. Misafir oldukları evde hepsi büryan kebabı yediği halde, Zübeyir Abi haşlanmış yumurta yiyor! Isparta'ya varıp Hüsrev Abi'ye Hacı Salim abiyle haber gönderdiklerinde; "Kimseyi kabul etmem, yalnız Molla Mehmed (Kırkıncı) gelsin" demiş.

Gittim, içeri girdiğimde, masa üstünde Cevşen yazıyordu. Bir nur halesi gibiydi. "Molla Mehmed; bunlar bana isyan ettiler. Hiçbir sözümü kabul etmediler. Ben de onları, Risale-i Nur'dan dışarı attım. Ben Hz. Ali'yi rüyamda gördüm. Bana,'sen Osmanlıca oku' diye emretti" dedi.

"Ağabey dedim ilmin delili 3'tür. Bunlar arasında rüya yoktur. Keramet bile delil sayılmaz, nerde kaldı rüya. Üstad kendini hapse atanlara bile hakkını helal ediyor. Bunlara cevap vermek lazım" deyince;
"sen bunlara uyma, yazmaya devam et, benim sözümü tut" deyip elimi tuttu. "Molla Mehmed hoş geldin" deyip beni dışarı çıkardı. Sonra Zübeyir Ağabeyle bazı ziyaretler yapıp İstanbul'a dönüyorlar. (Nur'un B.K.Z.Gündüzalp, s, 112- 113)

Yazıcılık ve üstadı sanlik kısa zamanda Türkiye'nin batısında en etkili nur hareketine dönüştü.

Zübeyir Abi, Hüsrev Abi'nin meşveretin başında bir büyük olarak kalmasını istedi.

Bugün Hüsrev Abi'yi temsil edenler; hem internette hem yazılı olarak Latince Nurları neşrediyor.

İsmail Anbarlı Anlatıyor:

"1960 sonlarıydı. Ankara'da Hüsrev Abi'yi temsil eden astsubaylıktan atılma Fahri Türkmen Allah'a karşı gelenleri alaşağı edilmesi gerektiğini tekrarlıyor, 'şeriat ilan edilecek bandoyla iktidara çıkacağız' diyordu. Cebeci'de Celal Avşar'ın evindeki toplantıda Zübeyir Abi uzun uzun, üstadın hizmet tarzını anlattı. "Bizim hareketimiz müsbet harekettir. Biz tecavüz edemeyiz, vazifemiz nurani müdafaadır, nur göstermektir" deyince astsubay Fahri itiraz edip; "Ne zamana kadar müsbet hareket edeceğiz" dedi.

Zübeyir Abi yine; "kardeşim üstad Kur'an'a nasıl bakmışsa öyle bakarım. Vela teziru vaziretin vizre uhra ayetini okuyup; asayişe ilişmek, bir cani yüzünden 90 masuma zulmetmektir" diyen üstadın talebeleriyiz" dedi. Fahri itiraz edince "sen niye ahdini yapmayıp, milleti kıyam ve isyana sevkediyorsun. Sen bazı mihraklar tarafından kullanılıyorsun, iyi niyetli değilsin. Kudsi Kur'an davasına ihanet ediyorsun" deyince Zübeyir Abi'nin üzerine yürümeye çalıştı" demiştir.

Allah sağlığını artırsın Eyüp Ekmekçi Abi anlatıyor:

"Zübeyir Abi ile birlikte olduğumuz zaman büyük anarşi olayları vardı. (1968 anarşik yıllar). Cemaatın ileri gelenleri, Bekir Ağabeyin Kiğılı Pasaj 1.kattaki yazıhanesine gelip; "bu anarşi neredeyse yatak odalarımıza girecek, artık bunlara mukabele edelim" dedi. Bekir Berk Zübeyir Abi'nin yanına gidip bunları anlatıyor. Sonra da: "Kardeşim, üstadımın femmi(dili) mübarekinden işitmediğim ve satırlarda yazmayan şeylerle ben amel edemem. Yerini gösterin ben hepinizden evvel çıkarım. Hepinizden silahçıyım. Tavana rovelverle imzamı atarım! Çıkmak icap ederse en evvel ben çıkarım!" der.

Yine Ekmekçi Abi anlatıyor:

"Zübeyir Abi'nin yanındayken birisi dedi ki; ağabey peki, anarşi silahı alnımıza dayadığı zaman ne yapacağız. Zübeyir Abi, hemen masa üstündeki risaleyi eline aldı, kardeşim ben bunu gösteririm dedi. Risale-i Nur'da ispat edilmiştir ki, ahir zaman cihadı tahkiki iman kılıcı ile ve manevi olarak yapılacaktır. Dahilde maddi kılıç kınına girmiştir. Demek biz Risale- i Nur amiri, hakimi ve kumandanın hizmetkarıyız. Onda olmayan bir şeyle amel edemeyiz. Bizim muvaffakiyetimiz ancak, üstadımıza sadakatle mümkündür." (Z.Gündüzalp-İ.Kaygusuz s, 357- 358

(Devam edecek)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
7 Yorum