Musa Kazım YILMAZ

Musa Kazım YILMAZ

Tecdid Hareketi ve Müceddid

Tecdid kelimesi “Yenilemek”, Müceddid ise “Yenileyen kimse” anlamında kullanılmaktadır. Müceddid kelimesi ıstılahta, “Dini, hurafelerden ve sonradan dine ilave edilen batıl bid’alardan kurtaran ve dini asli hüviyetiyle ortaya koyan şahıs” anlamındadır. Bu şahıs, Kur’an’ı anlayan ve hayatına tatbik eden büyük bir İslam âlimi olmalıdır. Hz Peygamber (s) böyle bir şahsa işaret ederek, (إنَّ اللَّهَ يبعَثُ لِهذِه الأمَّةِ على رأسِ كلِّ مائةِ سَنةٍ من يجدِّدُ لَها دينَها) buyuruyor. Buna göre her yüz yılda, bir müceddidin gelmesi İslâm ümmeti tarafından beklenir. Ancak Müceddid ümmetin dinini değil, dinin insanlar tarafından farklı anlaşılan yönlerini yeniler. Başka bir deyimle, yenilenecek olan dinin kendisi değil, yanlış algılarla süslenmiş ve sosyal hayat içinde yok olmakla karşı karşıya olan Müslümanların dini hayatlarıdır. Nitekim Resûl-i Ekrem (s), (جَدِّدُوا إيمانَكم) “İmanınızı tazeleyin” buyurmuştur. Hz. Peygamber’e soruyorlar: (وكيف نُجَدِّدُ إيمانَنا) “Ya Resûlellah! Nasıl imanımızı tecdid edeceğiz?” Resûlulah (s), (أكثِروا مِنْ قولِ لا إله إلا اللهُ) “Çokça Lailahe ilellah deyiniz” buyurmuştur. Demek tecdidin özünde, tevhide ve tahkiki imana dönüş vardır.

Tarihte yaşamış ve bugün yaşamakta olan birçok âlim için “müceddid” ifadesi kullanılabilir. Ancak bir şeyi hatırlatmakta fayda vardır: Tecdid asla dönüştürmektir, köklerde tasarruf etmek değildir. Yani, tecdid dinde bir ihya, yeniden canlandırma hareketidir, bir tebdil ve bir tağyir hareketi değildir. Dinin köklerine saldırmak ve dini yeniden dizayn etmek ise, bir ihya değil bir itfâdır, bir söndürmedir ve erkan-i imaniyeye ilişip zarar vermektir. Bu itibarla tecdid hareketinden maksat dini, nazil olduğu şekliyle yeniden keşfedip genç nesillere benimsetmektir. Yoksa bazılarının zannettiği gibi tecdid, dini nefsin arzularına göre reforma tabi tutmak değildir.

Müceddid olan İslam âlimi bir kaygı taşır: Acaba günümüzün Müslümanları da, Hz. Peygamber ve ashabının üzerinde bulundukları cadde-i kübranın üzerinde midirler yoksa bir sapma var mıdır? Eğer bir sapma varsa işte onu düzeltmek için harekete geçer.

Kısacası tecdid, tahkiki imanın membaı olan halis tevhidi yeni bir anlayışla ortaya koymaktan başka bir şey değildir. Denilebilir ki tecdid, dinin aslına bir şeyler katmak değil, sadece, taklidî imandan bir türlü kurtulamayan Müslümanların gözündeki gaflet perdesini kaldırmak ve paslanmış kalplerin pasını silmektir. Demek ki müceddid tarafından yenilenen şey dinin kendisi değil, ümmetin gaflet perdesi altında yaşamaya çalıştığı yanlış din algısıdır.

Ne var ki, Allah dünyada zıtları iç içe yaratmıştır. Hayır ve şer, ziya ve zulmet, iyilik ve kötülük… Bunlar hep iç içedirler. Bu yüzden bazen insanlar tarafından şerre hayır rengi, kötülüğe de iyilik rengi verilebiliyor. Bazen şer, bir gazete, bazen de bir internet sitesi şeklinde karşımıza çıkabilir. Hatta asr-ı saadette olduğu gibi bazen şer, hayr-ı mahz olarak kabul edilen bir cami şeklinde de karşımıza çıkabilir. Evet, Medine döneminde münafıkların inşa ettikleri Mescid-i Dirar, iyilik adıyla bazen kötülüğün yapılabileceğinin en açık delilidir.

Hatta bazen kötü niyetli bir kişi, muhataplarına yemin ederek “Vallahi ben size nasihat etmek istiyorum, tek amacım nasihattir” da diyebilir. Tıpkı Şeytanın Hz. Adem ve Havva’ya, (وَقَاسَمَهُمَا إِنِّي لَكُمَا لَمِنَ النَّاصِحِينَ)“ وَقَاسَمَهُمَا إِنِّي لَكُمَا لَمِنَ النَّاصِحِينَ“Ben gerçekten sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim” (Araf, 21) diyerek onları çok sevdiğini ve onlara iyilik yapmak istediğini söylemesi gibi… Bütün bu durumlar, tecdidin bazı kimseler tarafından saptırılabileceğini gösterdiği gibi, gerçek tecdid hareketinin, içtimaî hayat içinde debelenen insanlar tarafından kolay anlaşılamayacağını da gösteriyor.

Bediüzzaman, sahabenin mesleğini esas alarak 20. asırda bir asr-ı saadet modelini yeniden dünyaya gösterebilmek için cihat meydanına atılan büyük bir İslam âlimi ve bir müceddittir. Sahabeler gibi, ölümü hakir görecek kadar cihat ruhu yüksek olan bu zatın en büyük özelliği, İslam’a ve Kur’an’a bağlı kalarak asırların idrakine hitap edebilen Risale-i Nur gibi bir külliyatı ortaya koyması ve Kur’an’a hizmet etmeyi hayatının en büyük gayesi yapmasıdır.

Hayatı boyunca çağını ve çağdaşlarını kendisiyle sıkı bir şekilde meşgul ettirecek kadar mağlup olmaz bir ruh yapısına sahip olan Bediüzzaman bütün hayatını, Müslümanların gözlerine çekilen gaflet ve dalalet perdesini kaldırmakla geçirmiştir. Kur’an’ın manevi bir tefsiri olan Risale-i Nur külliyatı, çağımızda Ehl-i sünnet itikadını en iyi şekilde müdafaa eden, İslâm dinini asıl hüviyetiyle ortaya koyan, bid’alara ve hurafelere geçit vermeyen müstesna bir eserdir.

Bediüzzaman birinci dünya savaşından sonra askerî tehlikenin bitişini takiben yavaş yavaş istila etmeye başlayan inançsız bir kültüre karşı başkaldırmak ihtiyacını hissetmiş, bu sebeple 20. asrın bu ilk çeyreğinden itibaren hayatını, gençlerin imanını kurtarmaya adamıştır. 23. Lem’a olan Tabiat Risalesinin başında şöyle der:

1338 (1922)’de Ankara’ya gittim. İslâm Ordusunun Yunan’a galebesinden neş’e alan ehl-i imanın kuvvetli efkârı içinde, gayet müthiş bir zındıka fikri, içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessâsâne çalıştığını gördüm. "Eyvah," dedim. "Bu ejderha imanın erkânına ilişecek!

Bu ifadeler, İstiklal savaşından hemen sonra, ülkenin ve İslam dininin nasıl bir tehlike ile karşı karşıya olduğunun açık bir delilidir.

Ayrıca, “Bana ıstırap veren, yalnız İslam’ın mâruz kaldığı tehlikelerdir... Yoksa şahsımın mâruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeye bile vaktim yoktur” ve “Ben kendi elemlerime tahammül ettim; fakat ehl-i İslam’ın eleminden gelen teellümat beni ezdi. Âlem-i İslam’a indirilen darbelerin en evvel kalbime indiğini hissediyorum” şeklindeki sözleri, onun hayatını İslâm davasına ve Müslümanlara adadığının açık bir ifadeleridir.

Bütün bu ifadeler Bediüzzaman’ın hayatı pahasına Kur’an ve Sünnet’ten taviz vermeden bir tecdid hareketine giriştiğini, 6000 sayfadan oluşan Risale-i Nur külliyatının tecdidin manifestosu niteliğinde olduğunu, tecditten asıl maksadın da imanı taklitten kurtarıp tahkik dercesine çıkarmak olduğunu gösteriyor.

Allah, Bediüzzaman’dan razı olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
22 Yorum