Aşkımın Kanatlandığı Bağdat

Aşkımın Kanatlandığı Bağdat

Yusuf Tosun'un yazısı....

Hülyalar aleminde yaşanan çekinceler, baharın geliş sinyallerine hazırlandığı bir dönemde yeşeriyor aşk bahçemde. Tüm arz kırmızıya boyanmış vaziyette... İnsanlık yoğun bir kaos yaşıyor… Her tarafta harp feryatları!... Amansız bir hayat yarışı almış başını gidiyor. Nereye ey insanlar? Bütün renkler al al... Oysa ki baharda her taraf yeşillenir bilirim. Papatya, menekşe… Buram buram bahar kokar işte. Oysa bu bahar her tarafta kan, barut kokuları… Yeşillenen hiçbir yer yok. Her tarafı kara bulutlar kaplamış.Anlaşılan kan, barut ve duman kokuları baharı da ürkütüyor. Bir Bağdat ihtilali baharı da geciktiriyor. Mevsimlerden bahar... Ama hava raporlarında yine yağmur, kar, fırtına... Hala gülümseyen sarı ışıltılar yok! Arza koku yayan fesleğenler kayıp. Ağaçlar da tomurcuklanmıyor.Baharın gecikmesiyle birlikte içimde de bir şeyler gecikiyor. Coğrafyamda bomba sesleri her yanımı sarmış. Yanı başımda ağlayan çıplak ayaklı Bağdatlı çocuklar... Gün geçmiyor ki ajanslardan yüreğime bir bomba düşmesin. Irak’a düşen her bomba içimde yeni yaralar açıyor. Ama nafile, gene de dindiremiyorum gözü yaşlı, başı yaşmaklı annelerin gözyaşlarını. Teselli edemiyorum yalınayak, tir tir titreyen çocukluğumu… Boncuk boncuk soğuk terler akıtıyorum çaresiz.Her gün mendilimde çocuk cesetleriyle yürüyorum o uzun yolu. Yüreğimin uzanabildiği her yere bir nüsha bırakıyorum hüznümden bir parça. Al sana Bağdat, Basra, Ümmü Kasr, Kerkük, Necef... Özgürlük cesetlerinden bir dağ.... Canlı yayında tecavüze uğrayan erkekler! Yanı başında gülümseyen üniformalı cellatlar! Zevk olsun diye işkencenin böylesi de reva mı? Ne çabuk unutuldu o fotoğraf kareleri?Ahh... Necef!.. Seni anmak istemezdim kirli kelimelerimle. Edebiyatıma katık olmanı hiç istemem. Sana sıkılan her kurşun, dünyanın kalbine düşen bir bomba! Yine biçare gönlüm Leyla’sına vurgun Mecnun gibi ağlıyor Necef eteklerinde. Her taşında aşk iniltisi var aslında fark edemediğim. Dolayısıyla Necef kayıp, aşk yitik bu diyarlarda…Bahar da ses vermiyor kurşun seslerine. Yeşermeyen çiçekler mahzunluğunu koruyor. Yağmur değil, kurşunlardır semadan içime yağan. Mevsim şaşkın şaşkın bakıyor arzın çirkin suratlı mahluklarına. Değer mi hiç baharı kana bulamaya? Debelenin siz orda kendi kaprislerinizle!...Seçim yalanı yaramın sızısını dindiremez. Biliyorum ki; yine yeni bir safsata kurgulanıyor seçim sandıklarında. Tarihin kalbine sahte mühürler vuruluyor. Taktik hep aynı... Yerküre üzerinde oynanan büyük oyunun ana halkası değil mi Irak? O halde…Ah Bağdat!... Seni vakitsiz içimden terk edişin hüznüyle uzun, karanlık bir aydınlığa uğurluyorsun yüreğimi. Kendini bana, beni O’na bırakıyorsun. Hadi “Yarım kalmış bir aşk ısmarla kendine” diyorsun. Aslında o boynu bükük mahzun bakışın her şeyi anlatıyor bana. Israrların boşuna!.. Parçalanıyorsun, yırtınıyorsun, haykırıyorsun… Umurumda değil renklerin ayrımcılığı, diyorsun. Alın size Kürt’ünüzü, Arap’ınızı, Türk’ünüzü… Yeter ki “beni” bana verin! Ama anlaşılmıyor/anlaşılamıyorsun. Biliyorsun ki; her şey yapay!.. kalıcı olan sadece sen, ben, o… Çünkü biziz yine bizi ayağa kaldıracak olan. Dolayısıyla ben, senden ayrılamam, sen de benden… Hiçbir şey ısmarlamıyorum kendime senin sıcak nefesin varken. Çünkü hiçbir şey sensiz bana tat vermiyor. Öyleyse daha diren daha dayan; gelecek bizimdir.Belki de zarif bir prenses gibi “Sen kuş olur gidersin bir trenle.” Ya ben... Ya benimle birlikte umutsuzluğa sürüklenen anneler, babalar, çocuklar… Sensiz bir dünyanın özlemi boğazımda kocaman bir yumruk... Çileme çile, hüznüme hüzün katıyorsun kanat çırpınışlarınla. Sen bir peri olarak uçarken semamda, ben ise sana nazarla tetiklenirim ötelere. Bilesin ki; sen uğrunda ölümü göze alan bir yol seçtin. Çünkü “uğrunda ölmeye değmeyen bir hayat yaşanmaya değmez.” Bu soylu tavrınla yeni bir yol açtın bize. İçimizde sonsuzluğa yeni bir kapı açıldı sanki. Direniş ve diriliş yeşerdi bahçemde kırık dökük. Varlığın varlığım, yokluğun tükenişimdir biliyorum. Yine bilesin ki; şimdilerde senden uzaklığın yakınlığını soluyorum her nefes alışımda.Ey geciken baharımın Bağdat’ı!... Burnumda tüten yaralı bir bilinçle “Şimdiki zamanla karışan bir geçmişim ve geleceğim olan bir şimdiki zamanım var.” seninle doyasıya yaşayamadığım. Avucumda seninle bütünleşen insanlık haritasıyla dolaşıyorum. Yeni şehirler inşa edip yeni medeniyetler inşa ediyorum. Biline ki; hiçbir haritam yok. Sen olmadan bir çizik atamıyorum uygarlık ilmiğine.Oysa ki bütün haritalar senin perişanlığını fırsatla yeniden çiziliyor. Bütün cümleler yeniden yazılıyor. Herşey yeniden yorumlanıyor senin yokluğunu fırsatla. Ama bilesin ki hiçbir şey senin tadını vermiyor. Ve sen umutlarım gibi baharı da geciktiren Bağdat olarak anılacaksın hep. Yaşayacaksın ben ve sevdam yaşadığı müddetçe. Var olacaksın benim içimdeki sonsuzluk harı yok olmadıkça. Dimdik ayakta duracak ve yürüyeceksin atiye.